İnsanoğlu kendi hatalarını
çevresel faktörlere, yani dışsal nedenlere, kendi dışındaki insanların
hatalarını ise bizatihi kişinin kendisine ve içsel nedenlere bağlamaya
meyyaldir.
Eğer hata yapan kendisi ise, buna
yüzlerce makul sebep bulup buluşturur. Nihayetinde bu hataya kendisini iten
etkenleri suçlar ve nefsini önce kendine karşı, sonra da diğer insanlara karşı
temize çıkarmak için kırk takla atar. Fakat hata yapan başka bir insansa,
muhakkak o insan bu hatayı kötü niyetinden ve içinin bozukluğundan bile bile
yapmıştır ve dışsal nedenlerle hiçbir ilgisi yoktur! Diye düşünür...
Maalesef bu bakış açısı, insanın
kendini adilce görmesine, hataları konusunda uyanmasına engel olan kalın bir
gaflet örtüsü gibidir. Üstelik öyle bir örtü ki, kişi bu örtüye büründüğü zaman
hem ilmi, hem de aklî melekeleri devre dışı kalabiliyor. En kötüsü de kişi
kalbî selim vasfına sahip olmaktan fersah fersah uzaklaşıp, insanların çoğuna
karşı selim bir kalp ile yaklaşamıyor.
Suizan, kin, hased ise adeta bu
marazi duruma tuz biber eken kalbi hastalıklar şeklinde eşlik edebiliyor.
İnsan doğruluğu ölçerken
terazinin doğruluk kefesine ölçü olarak kendini koymaya görsün.. Sonrasında
diğer kefedeki herkesi kendiyle ölçer, biçer... Haliyle çoğu kez, ben doğru,
herkes yanlış diye de, hesapları adaletsizce keser...
Ne nasihat dinler, ne de kimseye
eyvallahı olur. Hak ve hakikate karşı müstağnileşerek, tekebbür elbisesine
bürünür ve muhabbetten, şefkatten, uhuvetten soyutlanır.
Oysa nasihat dinlemek, nefsini
nasihate muhtaç kabul edip tevazuu şiar edinmek, kişiyi daima erdeme ve
fazilete götürmüştür. İçi dolu başağın başı daima eğiktir. İçi boş başağın ise
daima diktir.
Belki de en büyük sorun hormonlu
bilgilerle, felsefik afili argümanlarla, içi boş demagojik cümle kalıplarıyla,
Cennet arzusu ve Cehennem korkusundan soyutlanmış iyi insan olmanın
yolları edebiyatlarıyla nereye varacağımızı pekte hesap etmeyişimizdir.
Cennet yoluna revan olduğumuzu
sanıp, Cehennem yolcusu olanların vasfına sahip olmaktan yeterince sakınmamakta
cabası...
Ashab-ı Kiram bu konuda ne kadar
da hassastı. Onlar Cennetlik insan nasıl olur diye merak eder ve cevabını
bulunca da o insana benzemek için adeta çırpınırlardı. Kendilerine öyle çok
güvenmiyorlardı! İşte buna numune olacak güzel bir yaşanmışlık örneği...
Enes bin Mâlik (r.a)
naklediyor:
Rasûl-i Ekrem (s.a.v) ile beraber
oturuyorduk. Buyurdular ki:
“Şimdi yanınıza cennetlik bir
adam gelecektir.”
Bir de baktık ki Ensâr’dan,
abdest suyu sakalından damlayan ve ayakkabılarını sol eline asmış bir adam
çıkageldi. Ertesi gün olunca Rasûl-i Ekrem (s.a.v) yine evvelki gibi söyledi.
Bu adam yine önceki gibi çıkageldi. Üçüncü gün olunca Rasûl-i Ekrem
Efendimiz yine aynı sözü tekrar etti ve yine aynı adam ilk hâliyle geldi.
Rasûl-i Ekrem kalkınca Abdullah bin Amr(r.a), o adamı takip etti ve ona:
“Ben babamla münakaşa ettim, üç
gün onun yanına gitmeyeceğime yemin ettim. Bu zaman zarfında beni evinde
misafir eder misin?” dedi. Adam da kabul etti.
Daha sonra olanları, Abdullah bin
Amr( r.a) şöyle anlattı:
“Üç geceyi onunla bir arada
geçirdim. Fakat gece boyunca uzun uzun ibadet ettiğini görmedim. Ancak fecre
kadar, zaman zaman uyanıp zikretti ve tekbir getirdi. Onun hayırdan başka bir
şey söylediğini de işitmedim. Üç gün geçince sanki onun amelini küçümser gibi
oldum ve dedim ki:
«Ey Allâh’ın kulu! Babamla aramda
bir ihtilâf yoktur. Fakat Rasûl-i Ekrem’in senin için üç kere; “Şimdi yanınıza
cennetlik bir adam gelecektir.” buyurduğunu işittim. Üç defa da sen çıkageldin.
Ne gibi ameller işlediğini öğrenmek için senin yanında kalmak ve seni örnek
almak istedim. Fakat senin büyük bir amel işlediğini de görmedim. Seni
Rasûlullâh’ın söylediği mertebeye ulaştıran amel nedir?»
O kişi:
«Şu gördüğünden başkası
değildir.» dedi.
Fakat ben ayrılmak için
döndüğümde ardımdan seslenerek dedi ki:
«Evet, benim amelim, senin
gördüğünden başkası değildir. Ancak ben Müslümanlardan hiç kimseye karşı
kalbimde en ufak bir kin tutmam ve Allah’ın verdiği herhangi bir nimet ve
hayırdan dolayı da kimseye asla hased etmem.»
Bunun üzerine:
«İşte seni o dereceye ulaştıran
bu hâlindir.» dedim.” (Ahmed, III, 166)
Bu örneğin ardından şu Nebevî
tavsiyeyi de hatırlamak faydalı olacaktır.
“Ashabımdan kimse bana bir
başkasından söz getirmesin! Ben sizin karşınıza (peşin hükümlerle değil) selim
bir kalple çıkmak istiyorum.” (Ebu Davud, Edeb, 28)