Cumhuriyet’in kurulmasıyla
birlikte ülkenin Müslümanları kendi memleketlerinde garip ve mahkum bir hale
getirilmişti. Yeni idareciler, yasa ve uygulamalarıyla halkın değerlerinin
üzerinden adeta bir silindir gibi geçmiş ve halka tarifi mümkün olmayan
travmalar yaşatmışlardı.
Bediüzzaman ise o dönemlerde, Van
Erek dağına çekilmişti. Müslüman halka karşı kendisini sorumlu hisseden her
dava adamı gibi o da bir tefekkür içerisindeydi. Halkın kötüye giden durumuna,
açılan yaralarına ve acılarına nasıl faydam dokunur, diye düşünmekteydi. Bu
arada takvimler 1925’i gösteriyordu. Askerler kendisini tutuklayıp, Burdur’a
sürgün ettiler. Sürgünler, takipler, tehditler, zindanlar ve suikastlarla dolu
tam 35 sene.
Ancak yaşadığı zorlukların hiç
birisini davası için mazeret yapmamıştır. Bilakis şehirden şehire, hapisten
hapise sürülmesini İslam davasını farklı yerlere ve farklı insanlara ulaştırma
fırsatı olarak değerlendirmiştir. 83 yaşına kadar, sürgünde kurduğu cemaatin
mensubu dava arkadaşları ile dinsizliğe karşı şanlı bir davet, tebliğ
mücadelesi vermiştir.
Vefatını hissedercesine
Isparta’da gözaltında tutulduğu evinden bir kaç talebesi ile ansızın ayrılır.
Rabbine, doğduğu topraklarda kavuşmak istercesine Urfa’ya doğru yola koyulur.
Devlet güçleri her tarafta kendilerini aramaya başlamıştır. Allah’ın yardımıyla
21 Mart’ta Urfa’ya varıp, İpek Palas otelinin 27 nolu odasına yerleşirler. O
zamanlar Urfa, Cemaatinin önemli merkezlerindendi.
Müslüman halk, Bediüzzaman
hazretlerinin Urfa’ya gelişinden haberdar olmuş. Akın akın otele gelmişlerdi.
Said Nursi hazretlerini ziyaret edip mübarek ellerini öpmüşler. Üstad’ın orada
olduğunu öğrenen Emniyet güçleri, durumu hemen Ankara’ya bildirmişti.
İçişleri bakanlığından gelen
talimatlar kesindir. ‘Said Nursi hemen sürgün olduğu yere geri gönderilmelidir’
Talimatını Üstad’a iletmek için emniyet yetkilileri otel odasına giderler.
Üstad hazretlerine, hemen oradan gitmesi gerektiğini söylerler. Bediüzzaman ise
hasta yatağında oradakilere ‘Acayip! Ben buraya ölmeye geldim. Belki de
öleceğim. Siz benim halimi görüyorsunuz, deyip talebelerine dönerek ‘Siz beni
müdafaa edin’ demiştir.
Bu arada Urfa kaynamaya
başlamıştır. Binlerce insan Üstad’ın bulunduğu otelin önünde toplanmış, yerel
ve ulusal basın bu konuyu gündem yapmıştır. Bu arada yazımın ikinci kahramanı
Demokrat Parti İl başkanı da durumdan haberdar olur. Hemen emniyetin yolunu
tutar. Emniyet müdürü ile Üstad’ın götürülemeyeceği üzerine tartışır.
Tartışma hararetli bir haddeye
ulaşır. İl başkanı Mehmet Davut Bey belindeki tabancasını Emniyet müdürünün
masasına sert bir şekilde vurarak ‘Eğer onu zorla götürmeye kalkışırsanız önce
beni karşınızda bulursunuz’ demişlerdir.
Ardından hükümet doktorunu yanına
alıp, Üstad Bediüzzaman’ın yanına giderler. Doktora, Üstad için ‘Yolculuk
Yapamaz Raporu’ yazdırır. Urfa’nın Müslümanları ve DP il başkanı, asil bir
duruş ve direnişle Üstad’a sahip çıkarlar. Said Nursi hazretlerini dönemin
devlet yetkililerine teslim etmezler. Bediüzzaman, imanına ve ilmine yaraşır,
şerefli uzun bir hayattan sonra 23 Mart 1960 tarihinde Rabbine kavuşur...
O dönem iktidarda olan DP’nin
Urfa il başkanlığını yürüten Mehmet Davut Bey’in halktan yana, onurlu tavrı
elbette biraz daha üzerinde durulması gereken önemli bir husustur. Bugün gerek
iktidar gerekse muhalefetin il başkanları her şehirde görev yapmaktadır. Mehmet
Davut Bey hepsi için güzel bir örnektir.
İl başkanı, halkın adamı
olmalıdır. Halkın yanında, halkın değerlerinin cesur bir şekilde savunucusu
olmalıdır. Vatandaş istediğinde kendilerine ulaşabilmelidir. Sorunların
çözümünde, ellerinden geleni esirgemeyen il başkanlarının isimlerini tarih işte
bu şekilde kaydetmektedir. Bu vesile ile Başta Üstadımız Said-i Nursi’yi ve
Mehmet Davut Efendiyi rahmetle yad ediyorum.