Amerika’da başkanlık
seçimleri yapıldı. Sosyal medyanın marifetiyle, anlık olarak her şeyden
haberdar olabiliyoruz. Daha önce hiç olmadığı kadar gündemimizi ciddi şekilde
işgal etmeye başladı. İlgilisi, ilgisizi hemen herkes bu seçimle hemhal olmaya
zorlandı. Türkiye’deki seçimler bile ancak bu kadar detaylı bir şekilde
aktarıldı. Şehirlerde/eyaletlerde tek tek alınan oylar, çıkarılan delege sayısı
ve değişen yüzdelikler gözümüze sokulurcasına dakika dakika aktarılmaya devam
ediliyor.
‘Celladına aşık reziller’
gibi bu durumu kabullenerek, sürdürüyor olmamız aslında ne kadar aşağılık
kompleksine gark olduğumuzun da bir göstergesidir. Benliğimizden, kimliğimizden
ve medeniyet değerlerinden uzaklaştıkça; bize bugüne kadar darbe, kargaşa,
ekonomik ve siyasi ambargo ve düşünülebilecek her alanda müeyyideler
uygulamaktan geri kalmamış olan bu emperyalist ülkenin seçimleri, bizleri bu
şekilde meşgul etmeye,asli meselemiz haline gelmeye devam edecektir.
Oysa ‘necaset’ ortadan
bölündüğünde her iki tarafta necaset olarak kalmaya devam etmektedir. Amerikan
seçimleri de bu necaset kadar kıymeti olmalıdır. Zira hangi taraf kazanırsa
kazansın, kaybeden bizler olacağız. Onlar kendi sistemlerini onarıp taze kan
pompalarken, aslında kanımızı emmeye devam edeceklerdir. Göz boyama şovlarla
bütün dünyayı ve bu arada bizleri hipnotize ederlerken, hakikatte daha
kuşatılmış projelerle/operasyonlarla bizi sömürmeyi sürdüreceklerdir.
Amerikan politikasının iki
ana ayağı vardır. Birincisi Siyonist terör şebekesinin korunması, finanse edilmesi
ve İslam ümmetinin kalbine, zehirli bir hançer gibi saplı kalmasının
sağlanmasıdır. İkincisi Amerikan çıkarları her şeyden ve herkesten önce gelir.
Kim bu politikalara karşılıksız ve sadakatle bağlı kalmaya devam ederse dost ve
müttefik, aksi takdirde yok edilmesi gereken ‘bir terör şebekesi’ olarak ilan
edilecek ve yok edilmesi için bütün imkânlar seferber edilecektir. Bunun
dışında her şey teferruattır ve bu politikaların dolgu malzemesi olarak iş
görecektir.
Bundan dolayı, kimin
kazanmasının aslında bizim açısından hiçbir önemi yoktur. Seçimden sonra,
bize/bütün bir ümmete yönelik uygulamaya koyacakları saldırı, ambargo ve
sömürme furyasına karşı tedbirler almamız gerekiyor. Zira bugüne kadar, bu
emperyalist kafire karşı, en ufak bir mırıldanma bile karşılıksız kalmamış;
darbe, ambargo ve iç karışıklıkla acımasızca bizi cezalandırmaktan geri
durmamışlardır.
Çokta eski tarihlere kadar
gitmeye gerek yoktur. 15 Temmuz darbe girişiminin planlayıcısı, piyonlarının
eliyle uygulayıcısı ve halen darbeci başını, CİA çiftliğinde ‘özel besiye’ tabi
tutması, aslında bu şer odağının bizim açımızdan ne anlama geldiğini artık net
bilmemiz gerekiyor.
Hangi aday kazanırsa
kazansın, ülkemiz açısından dolar kuru yükselmeye devam edecek, F-35 ve
Patriotları zinhar vermeyecekler. PYD ve PKK’yi en üst seviyede desteklemeye
devam edecekler. Ekonomik, askeri ve diplomatik ambargoyla beraber, daha yeni
müeyyide çeşitleriyle karşılaşacağız. Çünkü yakın zamana kadar, onların
politikalarına hizmet etmemize rağmen, yukarıda saydığımız bütün olumsuzluklara
maruz kaldık.
Şimdi bağımsız bir politika
izlemeye, şer politikalarına alternatif olacak hayırlı adımlar atıyoruz.
Coğrafyamızda inisiyatifi ele alıp ayağımızın üzerinde durmaya çalışıyoruz. Şer
odakların çıkarı değil, kendi çıkarlarımızı öncelemeye gayret ediyoruz.
Bundan dolayı biliyoruz ki, seçim ile isimler değişse bile; başımızdan darbe
tehlikesi, ambargonun her çeşidi ve iç karışıklık hiçbir zaman eksik
olmayacaktır. Çünkü Amerika büyük şeytandır.