Son dönmelerde Türkiye’nin ana gündemlerinden bir tanesi, evlilik oranlarının düşmesi ve buna bağlı ülke nüfusunun yaşlanmasıdır. Hatta bu endişeden dolayı, 2025 yılı “Aile yılı” olarak ilan edildi. Aileye ve evliliğe yönelik bazı adımlar atıldı ve bazı ekonomik paketler de çıkarıldı. Bu paketlere bakıldığında, sorunun ekonomik gerekçelere bağlandığını ve bu yönde bazı düzenlemelerin olduğunu görüyoruz. Evlilik konusunda, elbette ekonomik şartlar ve destek paketlerin faydası olacaktır. Ancak bu tür ekonomik adımlar meseleyi yeterince çözemiyor. Evlilik oranlarının düşmesindeki temel noktada sadece sosyoekonomik sorunlar olmadığını kabul etmeliyiz.
Bunu en çok Avrupa ülkelerinden biliyoruz. Bugün memleketimizin yaşadığı sorun otuz yıl önce Avrupa’da görülmüştü. Ve şu anda ülke olarak ekonomik paketlerle aşmak istediğimizin çok daha fazlasını uyguladılar fakat olumlu bir netice alamadılar. Gelinen noktada Avrupa, “evlilik” ve “nüfus yaşlanması” konusunda çok daha büyük bir krizle karşı karşıyadır… Dolayısıyla “denenmişi tekrar denemenin” bir faydası olmayacaktır. Onların geçtiği yoldan tekrar gitmenin bir anlamı da yoktur.
Peki, ülke olarak ne yapabiliriz?
Birçok neden anlatılabilir ama şu üç noktadan ders alınabilir:
1-Maneviyat: Avrupa’nın geçmişine baktığımızda, evlilik oranlarının azalması ve kiliseden uzaklaşma aynı tarihlere denk geliyor. Yani Avrupa halkı, kiliseden uzaklaştıkça, evlilik oranlarında düşüşün olduğunu görüyoruz. Her ne kadar tahrif edilmiş bir din de olsa, manevi olarak toplumu disipline ediyor ve yoz ilişkilerden uzak tutabiliyordu. Avrupa halkı, maneviyattan uzaklaştıkça evlilik oranları düşmüş ve buna bağlı olarak nüfus yaşlanması baş göstermiştir. Lakin 19. Yüzyılda Avrupa’da devlet okullarının en önemli amacı, kilisenin ve ailenin etkisini olabildiğince azaltmaktı. Bu amaç ise zamanla Avrupa’nın başına bela oldu… Dolayısıyla “evlilik kurumunu” sadece ekonomik paketlerle değil, tüm enstrümanlarımızla aziz İslam’ın manevi değerlerini toplumumuzda ve özellikle genç nesilde canlı tutmalıyız.
2- Eğitim Sistemi: Türkiye’deki eğitim sistemi, kuruluşundan beri daima “geleneksel yapılarla” çatışma halinde oldu. Kişi, yıllarca eğitim alırken geleneksel bağlardan koparıldı. Sadece kendi bireysel zihniyetiyle piyasa ve devlet ona ne emrederse onu uygulayacak bir robota dönüştürüldü. Türkiye’nin eğitim sitemi birçok değişim yaşasa da, değişmeyen tek şey; bireyi devlet ideolojisinin öngördüğü ve arzu ettiği şekilde yetiştirmekti. Bu eğitim şekli bir projeydi ve bu model, Anadolu’da yaşayan Müslüman nüfusun geleneksel kadın ve erkek rollerinin anti teziydi.
3- Medya: Televizyonlarda “Kutsal aile” değerlerini ayaklar altına alan ve bunu bir kültür olarak yaymaya çalışan diziler okkaya çıkmış. İzleyeni yaşamaktan tiksindiren “Gündüz kuşağı” programlarının yaydığı zehirin evlilikler üzerinde büyük bir etkisi olmuştur. Bu konuda RTÜK’ün formalite cezaları hiçbir şeyi engellememiştir.
Sonuç olarak; önemli üç başlığı ele aldık fakat bir dizi faktör var ki evlilik kurumunu bugünkü duruma getirmiştir. Bu kutsal binayı yeniden inşa etmek için güçlü bir irade ve birçok düzenlemeye ihtiyaç vardır.