Aile…
Toplumumuzun en sağlam dayanağı, temel taşı. Bireyleri bir arada tutan en güçlü bağ, örf ve âdetlerimizle manevi değerlerimizdir. Bugün bizleri güçlü kılan, geçmişten bugüne ayakta kalmamızı sağlayan da işte bu değerlerdir.
2025 yılının Cumhurbaşkanı tarafından “Aile Yılı” ilan edilmesi ailenin ne denli önemli olduğunun en açık göstergesidir.
Ne var ki, aileyi hedef alan, milli ve manevi değerlerimize kasteden yayınlar hala devam ediyor.
Zihinsel ve kültürel emperyalizmin araçlarından biri olan TV kanalları, yaptıkları programlarla, toplumun inanç ve ahlâkî değerlerini tahrip edip, toplumun psikolojik ve ruh sağlığını olumsuz yönde etkileyerek, sapkınlığı ve iffetsizliği sıradanlaştırıyorlar.
Özellikle televizyonlarda yayınlanan diziler, genç nesillerin zihnine sinsice sokulan birer zehir işlevi görüyor. Sözde “eğlence” adı altında pazarlanan, reyting uğruna toplumun en mahrem ve en kutsal değerlerini hiçe sayan bu yapımlar, aslında sadece ekranla sınırlı kalmıyor. Çocuklarımızın, gençlerimizin ve toplumumuzun huzuruna doğrudan sirayet ediyor.
Dünya ortalamasına baktığımızda, Türkiye televizyon başında geçirilen süre açısından ilk sıralarda yer alıyor. Yani televizyon, hâlâ evlerimizin en güçlü misafiri. Bu misafir, eğer hayırlı bir mesaj getirseydi, aile bağlarını pekiştiren senaryolar sunsaydı elbette hepimiz çok memnun olurduk. Ancak çoğu dizi, sahneleriyle toplumu ifsat eden, ahlakı çürüten, ilişkileri değersizleştiren bir hale geldi.
Televizyon yapımcıları, “özgürlük” ya da “sanat” kılıfı altında sapkınlıkları normalleştirme, ahlaki yozlaşmayı meşrulaştırma gayreti içindeler. Bir TV kanalında birkaç gün önce yayınlanan dizi bunun en somut örneği. Daha önce defalarca RTÜK tarafından ceza almış bu dizi, yine aynı çizgide bir bölümle ekranlara geldi. Açıkça aile yapımıza kasteden, sapkınlığı normalleştirerek gençleri yanlış yönlendiren sahnelerle karşımıza çıktı.
Halkın tepkisi üzerine RTÜK tarafından aynı diziye tekrar ceza verilmesi güzel ama düşündürücü. Demek ki cezalar caydırıcı olmuyor. Yapımcılar birkaç maddi yaptırımı göze alıp ahlaksızlıkta ısrar ediyorsa, burada daha köklü bir tedbirin alınması şarttır. Eğer toplumun vicdanı her hafta bu kadar rahatsız ediliyorsa, demek ki sadece “para cezası” ile iş çözülmüyor.
RTÜK’ün görevi sadece denetim değil, caydırıcılığı da sağlamaktır. Sürekli tekrar eden ihlallerde “yayından kaldırma” gibi daha ağır yaptırımlar gündeme gelmelidir. Aksi takdirde değerlerimiz her hafta ekran başında linç edilecek, çocuklarımızın ruhu kirletilmeye devam edilecektir.
Bugün televizyonlarda izlediğimiz senaryolara bakalım. Aldatma, şiddet, çıkar ilişkileri, sapkın yaşam tarzları… Hepsi “modernlik” adı altında süsleniyor. Oysa aileyi hedef alan her saldırı, doğrudan toplumun temellerini sarsıyor. Çünkü aile çökerse, toplum çöker.
Bir ülkenin ekonomisi zayıflayabilir, teknolojide geri kalabilir. Bunların hepsi zamanla telafi edilebilir. Ama aile yıkıldığında, geri dönüş neredeyse imkânsızdır. Çocuklar ruhsal olarak yaralanır, gençler kimlik bunalımına sürüklenir, ahlaki yozlaşma bir kar topu gibi büyüyerek bütün toplumu esir alır.
Aileyi hedef alan her yayın, aslında bir milli güvenlik sorunudur. Çünkü toplumun geleceğini, milletin istikbalini tehdit eden şey, sadece sınırlarımızdaki düşmanlar değildir. Zihinlerimize, evlerimizin içine sinsice sızan bu yozlaştırıcı senaryolar da en az dış tehditler kadar tehlikelidir.
Peki Çözüm Nedir?
Elbette çözüm, televizyon yayınlarını tamamen yasaklamak değildir. Asıl mesele, toplumun kendi değerleriyle örtüşen, aileyi güçlendiren, çocuklara ve gençlere rol model olabilecek yapımların teşvik edilmesidir. Bizim tarihimiz, kültürümüz, kahramanlarımız, destanlarımız, hikâyelerimiz var. Bunları ekranlara taşımak hem reyting getirecek hem de nesillere örnek olacaktır.
“Aile Yılı” sadece bir slogan olmamalı, bu bir bilinç çağrısı olmalıdır. Aileye sahip çıkmanın, aslında toplumun geleceğine sahip çıkmak olduğunu bilmeliyiz.