Toplum olarak ortada bir sorun olduğunda sorunu çözme adına
adım atmak varken, nedense işin kolayına kaçıp sorunun çözümünü ilgisiz bir
yerde arama yoluna gideriz. Hal böyle olunca sorunu çözmek bir yana sorun daha
da büyür. Yanlış yerde tedavi aradığımız için tabi ki, teşhis ve tedavi de başarılı
olunmaz. Bu huyumuz toplumla sınırlı kalmaz, zaman zaman devlet yönetiminde de
kendini gösterir. Bu bakış açısı ve stratejimizden dolayı büyük zararlar ve
felaketlerle karşılaştığımız halde bu tavrımızdan vazgeçmeyiz. Oysa sorunu
doğru yerde aradığımız da, çözüm noktasında da doğru teşhis ve tedavi metodunu
uygulamış oluruz.
Konuya Nasreddin hocanın meşhur bir fıkrasıyla açıklık
getirelim:
Bir gün Nasreddin Hoca yüzük (veya anahtarını) kaybeder.
Ancak hoca kaybettiği yerde değil, aydınlık olan bir yerde arar. Hocaya
yardımcı olmak isteyen komşuları, nerede kaybettiğini hocaya sorarlar. Hoca da
samanlıkta veya karanlık bir yeri göstererek, orada kaybettiğini söyler. O
halde hoca, orada araman gerekmiyor mu? Burada niye arıyorsun? Diye sorarlar. Hoca da, “Burası aydınlık da onun için burada
arıyorum. Karanlıkta aramak zordur” der.
İşte maalesef bu bakış açısı ve davranış biçimini toplum
olarak metod haline getirdik. Bir sorun, mesele veya sıkıntı ile
karşılaştığımızda sorunu kaynağında çözmek yerine, işin kolayına kaçarak
çözümden uzaklaşıyoruz ve sorunun kartopu gibi büyümesine zemin hazırlamış
oluyoruz.
Ülkemizde en çok karşılaşılan toplumsal sorunlar olan trafik
kazaları, intiharlar, şiddet olayları, kadın cinayetleri, neslin ifsadı, aile
kurumunun zayıflatılması, yolsuzluk, gayri meşru sapkınlıklar, taciz ve tecavüz
olayları gibi temel sorunlar karşısında nasıl bir strateji ve çözüm adına hangi
politika izleniyor?
Bu sorunların kaynağına inilmeden basit ezber yaklaşımlar
ile işin kolayına kaçarak sorunları içinden çıkılmaz hale getirdiğimizi ne
bizler, ne de bizleri yönetenler göremiyor maalesef. Yaklaşık 3 asırdır batıdan getirdiğimiz kanun,
mevzuat ve taklit ettiğimiz batı tipi hayat tarzı ile sorunlarımıza derman
arıyoruz. Oysa sorunun asıl kaynağı batının bizzat kendisi ve taklit ettiğimiz
hayat biçimidir. İnsan neslinin ve toplumları ifsad eden ne varsa “batılı değerler” adına altında
toplumuza enjekte edildi. İçki, kumar, zina, fuhuş ve ayetin isimlendirmesi ile
ne kadar “şeytan işi olan pislik”
varsa toplumumuza “medeniyet” diye
dayatıldı.
Daha önce de yazmıştım; Dünya Sağlık Örgütü’nün 30 ülkede
yaptığı araştırmaya göre:
Cinayetlerin % 85’i,
Irza tecavüzlerin % 50’si,
Şiddet olaylarının % 50’si,
Trafik kazalarının % 60’ı,
Kadına şiddet olaylarının % 70’i oranında en etkili unsuru
ve sebebi alkoldür.
Şimdi durum bu kadar açıkken insan neslini yok eden,
aileleri dağıtan, cinayet, şiddet olayları, trafik kazaları, tecavüzlerin baş
sorumlusu olan ve Peygamberimizin kötülüklerin anası dediği içkiyi sırf
birilerinin hoşuna gidiyor diye serbest bırakmak akıl kârı mıdır?
Bu yetmezmiş gibi Avrupa Birliği müktesebatına uyacağız diye
AK Parti ve CHP zinayı serbest bırakan yasayı 2004 te birlikte meclisten
geçirdi. Bu yetmedi, toplumuzu ifsad eden, aile kurumunun temeline dinamit
koyan Avrupa’nın ne kadar sapkınlığı varsa İstanbul sözleşmesi, CEDAW, DEVAW,
Fulbright Anlaşması ve 6284 sayılı yasa gibi anlaşma ve sözleşmelerle batının
sapkınlık pisliğini üzerimize sıçratmaya başladılar. Sorun ve çözümü ortada
iken sorunu ortaya çıkaran amillerden medet beklemek nasıl bir ruh halidir?
Bunlar yapıldığından beri cinayetler ve diğer suçların
arttığı resmi rakamlarla sabit olmasına rağmen hâlâ bunlara laf kondurmuyorlar,
cahil inadıyla savunmaya devam ediyorlar. Bunları dile getiren DİB Başkanı Ali
Erbaş’ı bile linç edebiliyorlar. Haram serbest, helal yasak öyle mi? Onlar
haramı cansiperane savunacaklar ve helali savunanları linç etme cüretini
kendilerinde bulacaklar ve Müslüman olarak bizler ALLAH’ın ve Peygamberinin
emir ve uyarılarını söylemekten çekineceğiz. Yazıklar olsun bize… Wesselam…