Dün 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümüydü.
Aradan 6 yıl geçmesine rağmen bazı manzaralar hala gözümün önündedir. Darbenin
ilk saatlerinde insanların meydanlara akması ve tanklara karşı durması tarihi
bir anekdot olarak hep yazılacaktır. O ruh dünyası nasıl bir şeydi? Bombalanma
ve göstericilerin vurulma haberleri geldiğinde insanların havuz başlarında
Kelime-i Şahadet eşliğinde abdest alıp meydana koşması nasıl bir ruh
dünyasıydı? Ölümü öldüren bu duruş ve kararlılık hangi saiklerle yapılıyordu?
Şüphesiz ki bunun tek bir cevabı var; bu iman saikıydı. 250 şehidin verildiği o
gece herkes ölüm korkusunu unutmuştu. O gece zaman ilerledikçe meydanlar
hınca hınç doldu ve tekbirler, salavatlar arşa yükseliyordu. Bu farklı
bir dünyaydı.
O günde hiç kimsenin tahmin etmediği büyük direnişin
ana temasının İslam olduğuyla ilgili herkesin ittifakı vardı. Darbenin ilk
günlerinde herkes bu ittifakı kabul ederken zaman geçtikçe birileri direnişin
sembolünü silmek istediler. İslami kesimin bu kutlu direnişine gölge düşürmek
isteyen sol seküler kesim “kontrollü darbe” diyerek direnişi yok saymaya
çalıştılar. Fakat bu iddialar kamuoyunda kabul görülmedi çünkü yüzlerce şehit
ve binlerce yaralı vardı.
Bu iddialar tutmayınca bu seferde ABD tarafından
desteklenen din kisveli işgal projesi olan FETÖ’yü adres
göstererek, “bugün bunlar yarın başka cemaat” tezini ortaya atarak
başta darbeyi engelleyenler olmak üzere tüm İslami cemaatleri töhmet altında
bırakmak istediler. Ve çok güçlü bir şekilde bu propagandalarını yürüttüler. Bu
propagandaları da bir yere kadar götürebildiler. Çünkü darbe karşıtının her
görüntüsünde tekbirler ve salavatlar vardı. Bu nedenle de Türkiye halkı, sol
seküler kesimin söylediklerini seviyesiz bularak itibar etmedi.
Memleketi kurtaran bu kişilere çamur atmak pek tutmamıştı.
Malum kesim, İslami kesimin büyük direnişine leke
sürmeyi başarmadığından bu seferde onların yaptıklarını çalmaya çalıştılar.
Bankamatik önlerinde kuyruk oluşturan bu kesimler, “Bizlerde oradaydık ve
ön saflardaydık” diyerek direnişin ruhuna çöreklenmeye başladılar. İlk
başta “kontrollü darbe” diyenler sonradan “darbeyi
engelleyenler” pozisyonunda görünmek istediler. Ve bugün hala o rollerini
sürdürmekteler. 15 Temmuz darbe girişimin yıl dönümü olan bu günlerde kendilerine
biçtikleri rollerini şimdide ekranlara taşımaya çalışıyorlar.
Sonuç olarak; 15 Temmuzda halkı harekete geçiren en
büyük etken İslam’dı. Kişilerin imanıydı. Ölüme meydan okuyan yiğitlerin
direnişi, ahiret inancıydı. O gece normal bir gece değildi. Sahada olanların
ruh dünyası çok farklıydı. Hiçbir karşılık beklemeden “ölümü öldüren
rabbe secdeler olsun” diyerek meydanlara akın eden dinamiği unutmamak
gerekir. Toplumun selameti için bu ruhu inşa etmek herkesin görevidir.
Memleketin selametini isteyen herkes bu ruhu inşa edecek eğitimi öncelemelidir.
Türkiye’nin, 15 Temmuz ruhuna ve o ruhu oluşturan kadrolara ihtiyacı vardır.