Müslüman ülkeler vahdetsiz, halifesiz bir şekilde kalmaya
devam ettiği müddetçe kan kaybetmeye, sarılamayacak durumda yaralar açılmaya
devam edilecektir. Bu sözleri söylemek için ne ulema, ne siyasi parti
yetkilileri ne de müneccim olmaya gerek yoktur. Bu söylemi camide ders alan daha
orta okul yaşındaki çocuklar da bildikleri için söylerler.
Kabuk tutmayan yaralar, kaşındırılıp kanamasına zemin
hazırlanıyor. Müslümanlar, her yerde feryat-figan, aç-susuz, ölümün pençesinde sekerat
halinde terkedilmeye devam ediliyor. “Dünyada bir tek mü’min üşüyorsa, ısınma
hakkına sahip değilsin!” diyor Mevlana...
Ama halimize ses seda çıkaran yok. Sanki kimse duymak-bilmek
istemiyor. Bilirse vebali ağır olur düşüncesindedirler. Bu düşünce, Kufelilerin
düşüncesinden başka bir şey değildir. İmam Huseyn’in katledilmesine sebep
olduğu halde seyirci olan Kufeliler...
İmam’ın şehit edilmesi günah değilmiş gibi, Şehid’in vebali
onları günahkâr yapmayacağı ya da yüzüstü cehenneme sürüklemeyecek gibi umursamaz
tavırlarla, vücutlarına konan sivrisineği öldürdükten sonra üzerlerinde kalan
sineğin kanı necis midir? Diye pişkin pişkin soruyorlar ulemalarına...
Çobansız kalan sürü gibi her birimiz bir yerlere dağılmış
vaziyetteyiz. Bela benim hanemin içerisinde değilse, yara benim bedenimde
kanamıyorsa sıkıntı yoktur anlayışı yavaş yavaş sinemizde yer edinmeye
başlamış.
“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve
birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman,
diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.”
Bizler bu hadisin neresindeyiz? Bu hadisin sadece Asr-ı
Saadet için mi geçerli olduğunu düşünüyoruz? Dünyaya bağlılığımız yüzünden
mü’minliği geride mi bıraktık? Cenneti garantiye aldığımızın teminatını mı
aldık? Neler oluyor bize...?
Ne haldeler Müslüman ülkeler? Neler çekiyor Yemen, Suriye,
Arakan, Irak, Filistin farkında mıyız? Hiç mi ders çıkarmıyoruz gayri Müslimlerin
önceki katliamlarımdan? Ne çabuk unuttuk Bosna Hersek ve Endülüs soykırımlarını...
Müslümanlar olarak önceki musibetlerden ibret almamış
olacağız ki daha büyük musibetlere kapı aralıyoruz. Daha düne kadar Yahudiler,
Hristiyanlar, Budistler, dinsizler, Müslüman kardeşlerimize bulundukları
topraklarda zulüm ediyorlardı. Elimiz yetişmediği, gücümüz yetmediği için de kendi
evlerimizde kahroluyorduk ya da öyle gösteriyorduk.
Dedim ya ibret almamış olacağız ki bu gün daha vahim bir
tablo ile karşı karşıyayız. Yer: Doğu Türkistan...
70 yıldır komünist Çin zulmü altında inleyen Doğu Türkistan’da
diğer Müslüman ülkeler gibi acı dinmiyor. Ailelerin parçalandığı, milyonlarca
insanın toplama kamplarında ve cezaevlerinde tutulduğu, İslam’ı hatırlatan her
türlü ibadet ve sembolün yasak olduğu Doğu Türkistan’da Müslümanlara yaşam
hakkı tanınmıyor.
Daha vahimi mi?
Müslüman devlet başkanları dünyevi anlaşmaları yüzünden
uhrevi kardeşliği görmezden gelerek savunmasız bir şekilde Doğu Türkistanlı
Müslümanları Çin’e iade ediyorlar. Ölüme götürecek, işkenceye tabi tutacakları
kardeşlerimizi kendi ellerimizle komünist rejime teslim ediyoruz.
2017 senesinde Mısır’da hükümet yetkilileri bizzat operasyon
yaparak oradaki öğrencileri Doğu Türkistan’a götürmüşlerdir. Akıbetlerinin ne
olduğunu da bilen kimse yok. Endonezya, Pakistan ve birçok İslam ülkesinde Doğu
Türkistanlı Müslümanları alıp götürüyorlar. İçlerinde Türkiye’nin de olduğu Müslümanların
yaşadığı ülkelerde Doğu Türkistanlılar Çin’e iade edilme girişimlerinden daha
vahim bir şey var mıdır acaba?
Müslümanca düşüncenin sinelerimizde yer edindiği günlerin
yakın olması duasıyla, selamete Kalın...