Aksa Tufanı birçok özelliğiyle dünya
savaş tarihine geçecek özelliklere sahiptir.
Sadece işgalci teröristlerin hedef
gözeterek sivillere yönelik gerçekleştirdiği soykırıma varan katliamdan ya da
dünyanın en büyük silah gücüne sahip terörist bir yapılanmanın yine dünyanın
askeri açıdan en güçlü 6 ülkesinden yardım alarak kuşatma altındaki “açık hava
hapishanesi” durumundaki bir yerleşim yerine yaptığı saldırıda hiçbir insani ve
ahlaki ilke gözetmemesinden söz etmiyoruz.
Medyanın, sosyal medya platformlarının,
aydın, sanatçı ve fenomen denilen tiplerin kullanıldığı, vahşete varan
katliamlara sosyoloji, psikoloji ve siyaset biliminden “katil aklayıcı” hatta
“sivil ölümlerini meşrulaştırıcı” delillerin getirildiği bir savaşın zamanında
yaşıyoruz.
Mesela Alman medyasından DW “işin
uzmanından” sorarak şu ifadeleri kullanabildi:
“Çatışmalardaki askeri faaliyetler,
eylemin gerekli olup olmadığına göre savaş suçu olarak sınıflandırılıyor.
Örneğin, bir okulun ya da bir apartmanın bombalanması, uluslararası hukuka göre
askerî açıdan gerekli görülürse savaş suçu olarak değerlendirilmeyebiliyor”
Soykırıma varan sivil ölümlerinde
Siyonist terör çetesini aklamaya çalışan Alman medya organı, Gazze’nin
‘dünyanın en yoğun nüfuslu bölgelerinden biri’ olduğundan, Gazze’de
‘sivil-askeri hedef’ arasındaki hedef ayrımının zor olabileceğinden bahsederek
40 günde 5 bin çocuğun öldürülmesini normalleştirmeye çalıştı.
Bu izah, başı ahlaksızlık, ortası
ahlaksızlık, sonu ise izahı olamayacak derecede bir alçaklığı göstermesi
açısından unutulmayacak bir şekilde not alınmalıdır.
Öyle ya “Gazze neden dünyanın en yoğun
nüfuslu yerlerinden biridir?” diye sorsan verecek mantıklı bir cevapları
olduğunu sanmıyorum.
Ya da biraz daha açalım:
Gazze’de neden mahallelerin çoğunun ismi
“Mülteci kampı” olarak geçer?
İşgal edilen topraklarından çıkmak
zorunda kalan Filistinlilerin yığıldığı ve 15 yıldır tam bir abluka altında
olan bir şehirden söz ediyoruz.
Yani şehrin yoğunluğunun sebebi olanlar
Siyonist teröristlerdir; ama işgali, mülteciliği, ablukanın sıkıntılarını ve
bunun sebebi olan işgalci teröristi hiç söz konusu etmeden “sivil kayıplarının
fazla olması yoğun nüfustandır” demek tanımı yapılamayacak bir ahlaksızlık bir
alçaklıktır.
Özellikle Alman medyasının, Alman
siyasetinin bu konuda Yahudilerden fazla siyonistsever olması dikkat
çekmektedir ve herkes de bunun “Yahudi soykırımı yükünden” kaynaklandığını
bilmektedir.
Tüm bu ahlaksızlık ve tutarsızlık
ortadayken bir de vahşeti büyük bir öfke ve üzüntüyle izlemek zorunda kalan
insanlarla alay etme anlamına gelen ifadeler…
“Çatışmalardaki askeri faaliyetler,
eylemin gerekli olup olmadığına göre savaş suçu olarak sınıflandırılıyor.
Örneğin, bir okulun ya da bir apartmanın bombalanması, uluslararası hukuka göre
askerî açıdan gerekli görülürse savaş suçu olarak değerlendirilmeyebiliyor.”
Böyle bir eylemin gerekli olup olmadığına
kim karar verecek ya da buna karar verme yetkisini kimden alacak, gibi sorular
sormanın anlamı yok tabii.
Burada işin en mide bulandırıcı kısmı
herhalde “uluslararası hukuk” gibi bir ifadenin kullanılmasıdır.
Mide bulandırıcı diyorum, çünkü tümüyle
soykırımcı katillere göre yorumlanan, bir kısmı yeni katliamlara göre revize
edilen ve o yüzden de artık dünyada “insan olmayı başaranların” hiç ciddiye
almadığı bir şeydir “uluslararası hukuk” denen kavram.
Aslında soykırımcılar ve destekçileri de
karşılarına bu argümanla çıkıldığında pek de memnun olmuyorlar.
Öyle ya “Uluslararası hukuk”, toprakları
işgal altında bulunan insanların işgalciye karşı direnişinin meşru olduğunu da
söylemektedir.
Ama siz daha meseleye girmeden işgalci
teröriste “devlet”, işgale direnenlere ise “terörist” derseniz, ilk düğme
yanlış iliklendiği için insani ve ahlaki anlamda değer ifade eden bir sonuca
ulaşamazsınız.
0 yorum