İşgal çetesi elebaşı Netanyahu geçtiğimiz günlerde Fransız televizyonuna çıktığında, müttefiklerin “Normandiya çıkarması”nın İsrail'in Gazze'ye saldırısıyla kıyaslanıp kıyaslanamayacağına dair bir soruya muhatap oldu.

Siyasi olarak taraftar kazanmak istiyor, diye düşünebilirsiniz; ama yine de Netanyahu’nun cevabı ilginçti: "Bizim zaferimiz sizin zaferinizdir! Yahudi-Hıristiyan medeniyetinin barbarlığa karşı kazandığı zaferdir. Bu Fransa'nın zaferi! Burada kazanırsak, burada kazanırsın."

Terörist Netanyahu’nın cevabı çelişkiler barındırsa da “oradan” bakınca büyük oranda doğru.

Yaşanan savaşın bir tarafında İslami Direnişin bir avuç kahraman savaşçısı dururken, diğer tarafında işgalci Siyonist teröristlerle beraber küresel emperyalizmin batı bileşenlerinin neredeyse tümü var. Haliyle ahlaki hiçbir ilkenin bulunmadığı savaşın ve soykırımın gölgesinde ortaya çıkan göreceli zaferin taraflarından biri de Fransa’dır.

Sınırsız vahşeti, çocuk cesetlerini, hastane ve mabet bombalamalarını göz ardı edersek evet ortada bir “Hıristiyan-Yahudi medeniyeti” de var.

Hıristiyanlık ilk çıktığında müntesipleri büyük acılar yaşadı ki, bunda Yahudilerin büyük payı vardı.

Roma’nın Hıristiyanlaşmasıyla birlikte gücün el değiştirmesi sonucu Hıristiyanların, Yahudi kıyımına girişmesi yüzlerce yıl sürdü.

Siz bakmayın, Hitler’e yönelik sert nefret söylemlerine. Yahudilere yönelik soykırım gerçekleştiğinde birçok ülke, Yahudi mültecilere kapılarını açmamıştı. Yahudileri Filistin’e yerleşmeye ikna eden İngilizlerin kendi topraklarına ve hatta sömürgelerine Yahudi mülteci kabul etmediği konusu nedense yüksek sesle dile getirilmez.

David Hearst, yazısında şöyle bir bilgi paylaştı:

“Temmuz 1939'da, 900'den fazla Yahudi mülteciyle Küba'ya giden bir gemi olan St Louis'in ABD ve Kanada tarafından reddedildiği bir gündü. Gemi Avrupa'ya dönmek zorunda kaldığında, Adolf Hitler radyoda Yahudilerden nefret edenin sadece Naziler olmadığını söyledi. Nazi diktatörü, "Bütün dünyanın Yahudilerden nefret ettiğini görün" dedi.”

Eğer şu anda Netanyahu bir “Hıristiyan-Yahudi medeniyeti”nden söz ediyorsa bu aslında kültürel bir yapı olarak kalmış olan Hıristiyanlığın büyük oranda Siyonist işgale uğradığını gösterir.

Batı’daki aşırı sağın ise Hıristiyan değerleriyle hatta hiçbir dini değerle alakası yoktur.

Netanyahu, “barbarlar” nitelemesi ile özelde Filistinlileri kastetse de aslında tüm Müslümanları hedef alıyor, aşırı sağa kendince mesajlar veriyor.

Ortam uygun ve mesajın yerini bulması için medyayı seferber etmek hiç de zor değil.

İslam düşmanlığındaki artışın son yıllardaki mülteci akınıyla bir ilgisi elbette vardır; ama asıl sorun mültecilerin çocuklarının bir kısmının kendileri için çizilmiş alanların dışına çıkması, spor, siyaset ve akademide daha fazla görünür olmalarıdır. 

Siyonist teröristler, asimile olmayı, köleleşmeyi kabul etmeyenleri hedef alıyor; Hitler’in, Musollini’nin, Franco’nun çocuklarına “bundan sonra beraber çalışabiliriz” mesajı veriyorlar.

Öyle görünüyor ki, faşistler de mesajı almışlar ve bebek katili soykırımcıları açıkça desteklemeye başlamışlar.

Ortak bir düşmana karşı birlikte hareket etmeyi düşünüyorlar.

Batılı faşist aşırı sağ için işgalci terör rejimi, isyancı bir Müslüman azınlıkla nasıl başa çıkılacağına dair bir rol model olabilir.

Ama şunu göz ardı ediyorlar.

Faşizm düşmansız yaşayamaz.

Cin bir kere şişeden çıktığında nerede duracağı belli olmaz.