Ağır ekonomik sorunlara pratik çözüm vurgusu içeren kemer sıkma politikası ya da tasarruf tedbirleri, her zaman hükümetlerin madde madde açıkladığı ancak kısa süre sonra ya seçimler bahanesiyle ya da bizzat yetki sahiplerinin geriye atmasıyla rafa kaldırılan popülist metinlerdir.
Tabi her seferinde bu politikaya kurban seçilen kesim bellidir: Dar gelirliler.Şimdi yine en uysal olanlardan yani asgari ücretlilerden anlayış bekleniyor. Gerçi hoş, emeklilerin alacağı zam da çarşı pazarın gerçekleriyle kıyaslanmayacak kadar düşük.
Hani laik seküler bir zeminde “karşılığını ahirette alırsınız” da denilemez. Hem “savurganlık haramdır” gibi “nas” ile de işlenemez. Yine Kemalist bir düzende “Allah için sabır” ve “rızayı ilahi için kanaat” tavsiyesi de şık bulunmaz..
Altı milyon altı yüz bin asgari ücretli, Temmuz ayında, es geçilecek ancak yıl sonunda alacağı muhtemelen beş liralık iyileştirmeyi bekleyecek.
Geçen günlerde zam yapmamanın gerekçesi olarak “gelecek nesiller rahat etsin” diye bir açıklama yapıldı.
Nasıl yani?
Her yıl daha yoksul hale gelen devasa bir kitle, böyle mi motive edilecek; “Yanlış ekonomi yönetiminin ceremesini sen çek, bunun cezasını sen üslen, bari gelecek kuşaklar et yesin, düğün masrafını dert etmesin, kira artışı kâbusu olmasın, dünya hayatı, geçimini sağlayacağı paranın mecburiyeti ile uçup gitmesin..”
Hem devletin kadın ve aile yaklaşımındaki temel yanlışlarda ısrarı yüzünden, kendini yenilemeyen nüfus gerilemesi ile gelecek nesil mi kalıyor ki, “onlar adına maaşınız zamsız” denilsin.
Ve şu dillerden düşmeyen kemer sıkma ile tasarruf meselesi.
İlk bakışta herkesin doğal yorumu şu: Ne kadar ortak bir serzeniş!, ne kadar makul bir talep!, ne kadar hakikatli bir gündem!
Bir de inancını henüz üzerinden atmamış bir coğrafyada dini referansların konuya güçlü bir katkısı var.
Çünkü şeriatın zıddıyla da idare edilse, bir İslam beldesinde elbette ki, tasarrufun ciddi bir çağrışımı var.
Kur’an’dan, sürekli Allah’ın israf edenleri sevmediğini okuyan ve Resulullah(sav)’den, akan bir nehrin kenarında bile olsa, suyu rasgele kullanmamayı öğrenen bir müslüman, tasarrufun imanla alakası sayesinde bugünlere geldi.
“Ya Rezzak!” dedi. “Keremine şükür” dedi. Az ile yetindi, yardımlaştı, “dünya malı dünyada kalır” dedi, “sanki yedik” dedi. Kendinden daha zorda olana baktı, şükretti. Fani bildiği dünyada mal biriktirmeyi hoş görmedi, elindekine avucundakine bakmadan muhtaca sadaka verdi. Elhak, her Ezan-ı Muhammed(sav), her Muhabbet-i Muhammed(sav), her Namaz, her Ramazan Ayı, her Kur’an hatmi, her dua ve niyaz, kulağına bunları söylemeye devam edecektir.
Ve hayra koşmada, düşenin elinden tutmada belki de bu halk gibisi dünyada çok azdır. Fedakarlığın maddi olanından da asla geri durmaz.
Fakat bir şartla. Vaziyet, kıvamında olmalı.
125 bin makam aracıyla dünyadaki rekoru elinde bulundurmanın yanında, herkesi “en azından” devlette memurluğa yönlendiren bir eğitim sistemi ve her koltuk sahibinin yakınına lütuf ve ikram ile şişmiş kadrolar ortadayken, aldığı harçlık ile hayatta kalma mücadelesi veren yığınlara sunulacak hiçbir malî veri, hiçbir finansal mantık rasyonel değildir.
Bu diyarın Müslümanlarını da dünyevileşmekle itham edenler, bir şeyi kaçırıyorlar.
Nüfusun büyük kısmını teşkil eden müslüman halk, istikrarsız ve dalgalı ekonomi denizinden sahil-i selamete çıkma ile uğraştırılırken, dinini hakkıyla yaşayacağı imkanları nasıl düşünsün?
Dinin gereği gibi yaşanmaması ise ondan uzaklaşma ile neticeleniyor.
O halde vasat bir maddi geçim, sekülerleşmeyi artırmaz, aksine azaltır.
Bir de tasarruf denilen şey, sadece göreceli bir ahlakî fazilet ve ruhsuz bir ekonomik tedbir başlığında ele alınmamalı, hayatın her alanında ve her zaman uygulanma zorunluluğu olan bir yaşam biçimi haline getirilmelidir.
Tabi yukarıda dediğimiz gibi önce doğru adreslerden yani çok sarfedenlerden başlayarak.