Geçtiğimiz hafta, HAMAS ile soykırımcı israil arasındaki esir değişimi anlaşmasında bir kriz yaşanmıştı. HAMAS, katil israilin, Gazze’ye girmesi gereken iş makinalarının, yakıtın, gıda ve sağlık maddelerinin anlaşmada belirtilen miktarlarda girmesini engellemesi ve anlaşmayı ihlal etmesi sebebiyle cumartesi günü yapılması gereken esir değişimini yapmayacağını ilan edince, dünyadaki yankısı büyük oldu.
ABD başkanı Trump, kendisinden beklendiği gibi kibrinin, gururunun, sahip olduğu başkanlığının verdiği böbürlenmenin bir tezahürü olarak HAMAS’ı tehdit etti ve esirleri kastederek; “Cumartesi saat 12'ye kadar gelmezlerse, kıyamet kopacak” deme yanlışlığına düştü.
İşgalci rejimin sözde başbakanı ise “Eğer HAMAS esirlerimizi cumartesi öğleye kadar serbest bırakmazsa, ateşkes sona erecek, israil şiddetli saldırılarına yeniden başlayacak ve HAMAS sonunda yenilene kadar devam edecek” diyerek gözdağı vermeye ve kuyruğu dik tutmaya çalıştı. Sanki 16 aylık sürede her türlü vahşilikle HAMAS’ı yok etmeye çalışmamış, sanki on binlerce kadın ve çocuk katletmemiş, sanki Gazze’nin neredeyse tamamını harap hale getirmemiş de bu yüzden HAMAS’ı yok edememiş, bu yüzden esirlerini kurtaramamış gibi bu kez HAMAS’ı yeneceğinden söz ediyor.
Elbette ne Donald Trump’ın bu küstahça açıklaması ne de Netanyahu’nun gözdağı vermesi HAMAS’a geri adım attırabildi. Mısır ve Katar’ın arabuluculuğunda işgalci rejimin taahhütlerine sadık kalacağını deklare etmesiyle, HAMAS da anlaşmanın kaldığı yerden uygulanacağını bildirdi. Böylece anlaşmaya göre 15 Şubatta yapılan esir değişimi, HAMAS’ın gövde gösterisine dönüşerek hem Trump’a hem Netanyahu’ya hem de dünya halklarına gereken mesajlar verilmiş oldu.
Bu yaşanan kriz, tüm dünya halklarına bir kez daha izzetli duruşun her zaman zafer getirdiğini, korkaklık ve teslimiyetin ise ar ve zillete sebep olduğunu gösterdi. Terörist israil, tıyneti gereği anlaşmayı uygulamayarak HAMAS’ın nasıl bir tavır sergileyeceğini görmeye çalışmaktaydı. Eğer HAMAS ve diğer direniş grupları bu ihlalleri sineye çekmiş olsalardı, muhtemelen işgal rejimi daha da ileri gidecek ve anlaşmayı hiçbir şekilde uygulamama yönünde ayak direyecekti. HAMAS’ın bu tutumu ve dik duruşu, işgal rejimine geri adım attırmış ve anlaşmaya uymak zorunda bırakmıştır.
Mısır ve Katar’ın diplomatik girişimi, aslında bir formaliteden ibaretti, çünkü işgal rejimi zaten anlaşmayı uygulamaya dünden razıydı. Yani hiçbir devlet arabulucu olmasaydı bile, işgal rejimi HAMAS’ın şartlarını kabul etmek zorunda kalacaktı. Çünkü zorbalığın hiçbir fayda vermediğini 16 ay boyunca yeteri kadar tecrübe etmiş; yakmış, yıkmış, katletmiş, ama buna rağmen mağlubiyeti iliklerine kadar yaşamış, dünya halkları nezdinde rezil olmuş, bütün prestijini kaybetmişti.
Bu olay, izzetin ve onurlu bir mücadelenin sonuç verdiğini ispat eden çarpıcı bir örnektir. HAMAS ve diğer direniş grupları; direndikleri, baskıya boyun eğmedikleri ve haklı taleplerinden vazgeçmedikleri takdirde Müslümanların er ya da geç zafere ulaşacaklarının mesajını net olarak vermiş oldu.
Halkı Müslüman olan devletlerin, HAMAS'ın bu dik duruşundan almaları gereken büyük dersler vardır. Zorbalık karşısında eğilmemenin, haklı davasını sonuna kadar savunmanın ve düşmanın oyunlarına gelmemenin yolunun, ancak izzetli bir duruş ve inanç değerlerine samimi bir bağlılıkla mümkün olacağını anlamanın zamanı gelmiştir. Bugün Gazze’de sergilenen bu onurlu tavır, sadece bölgedeki Müslümanlara değil, tüm dünyadaki mazlum halklara ilham olacak bir duruştur.
Tarih boyunca olduğu gibi bugün de izzetle dik duranlar kazanırken, zillete boyun eğenler kaybetmeye mahkûm olacaklardır. Filistin’in mücadelesi, sadece bir milletin değil, tüm ümmetin onur mücadelesidir. O halde, hep birlikte bu dik duruşu selamlamalı, yanında durmalı ve tüm imkânlarımızla desteklemeliyiz.