İmtihan için gönderildiğimiz
şu fani dünyada hayatın ve ölümün anlamını bilmemiz, bunları bize bahşeden
Âlemlerin Rabbi ve Yüce Yaratıcımızın bizlere ne görev verdiğini, yaratılış
gayemizi bilmemiz elzemdir. Bununla birlikte yaratılışımızın gereği olarak
vereceğimiz hesabın bilincinde olmalıyız.
“O, hanginizin daha güzel
davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır.” (Mülk Suresi: 2)
“Ben cinleri ve insanları,
ancak bana kulluk (ibadet) etsinler diye yarattım.” (Zâriyât Suresi: 56)
“Hani Rabbin, Meleklere:
'Muhakkak ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim' demişti…” (El Bakara 30)
İmtihan dünyasında bizlere
verilen halifeliği ve yaratılış gayemizin gereği olan görevimizi ne kadar yapıp
yapmadığımızı? Allah’ın ve Peygamberlerinin yolundan mı? Yoksa bizleri
saptırmaya çalışan şeytan ve dostlarının yolundan mı gittiğimizin hesabını
vereceğiz? Aynı şekilde ahiretin tarlası olan dünyada yaptıklarımızın en ince
ayrıntısına kadar hesabını vereceğiz. Kimsenin hakkı kimsede kalmayacak. “Her
hak sahibi hakkını alacaktır.” (Zilzâl Suresi: 7-8)
Yaşadığımız her anın ve her
fiilin hesabını vereceğimize iman ettiğimiz halde bize ne oluyor da sanki ölüm,
hesap ve mizan yokmuş gibi şeytanın tuzağına düşüp onun saptırdığı yollara
tevessül ediyoruz. Bakınız İbn Mes’ûd (R.A.)’ın rivayet ettiği hadiste Hz.
Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet gününde insanoğlu şu beş
şeyden hesaba çekilmedikçe Rabbinin huzurundan bir yere kımıldayamaz: Ömrünü
nerede ve nasıl geçirdiğinden, gençliğini nerede yıprattığından, malını nereden
kazanıp nerede harcadığından, bildiği ile amel edip etmediğinden.” (Tirmizî,
Sıfat’u"l-Kıyâme: 1)
Peki, bizler kıyamet günü
hesaba çekileceğimiz bu beş sorunun cevabını verebilecek durumda mıyız? O halde
neden bu kadar rahatız? Bir garantimiz mi var ki günahlara karşı bu kadar
lakaydız? Takvaya sarılmamız gerekirken, nefsimizin hoşuna gidecek “çürük
fetvalar” bulup kendimizi kandırmaktan başka ne yapıyoruz? Artık o hale geldik
ki; cenazeler ve taziyelerde bile dünyevi işleri ve malayani meseleleri hiç
sıkılmadan konuşuyoruz. Nasihat eden hocaları dinlemek istemiyoruz. TV başında
veya kahvelerde saatler geçirenlere, kısa süreli vaaz ve nasihat nedense ağır
geliyor. Hiç aklımıza gelmiyor ki; bir gün bizim de cenazemiz kalkacak ve bizim
de taziyemiz kurulacak? Kendimize gelelim! Bugünden nasıl hesap vereceğimizi
düşünmezsek yarın çok geç olabilir!
Hz. Ömer (R.A)
efendimizin: "Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba
çekiniz.” dediği gibi; hesaba çekilmeden önce kendimizi hesaba çekmeli ve
hesap günü gelmeden kendimizi o güne hazırlamalıyız. Kendimizi kontrol edelim!
Bu imtihan dünyasında neyi dert edindiğimize? Kimlerin peşinden gittiğimize?
Neyin davasını güttüğümüze? Ve ne için çabaladığımıza? Bir bakalım, o zaman ne
durumda olduğumuzu göreceğiz? Nasıl yaşarsak öyle ölecek ve o hal üzere
dirileceğiz.
Korona sürecinde yaşanan
ölümler sonrası toplum olarak maneviyata yöneleceğimizi, lezzetleri ortadan
kaldıran ölümü, ahiret hayatını, hesap gününü tefekkür edeceğimizi ve
“dünyevileşme” hastalığından beri olacağımızı düşündük. Lakin tam tersine
toplum olarak daha çok dünyaya sarılıp bağlandık. Menfaat ve sadece kendini
düşünme hastalığı giderek arttı ve hiç ölmeyecekmişiz gibi büyük bir gaflet
içerisinde yaşamaya devam ediyoruz. Oysa her fani gibi bizim de bir ecelimiz
var ve her aldığımız nefesle ecelimize yaklaştığımızı unutmayalım. Ömür
sermayemizin hızla eridiğini, zamanın geri gelmeyeceğini ve imtihan dünyasında
olduğumuzu, yaşadığımız her anın ve yaptığımız her amelin hesabını vereceğimizi
unutmadan Allah’ın bizi yarattığı fıtrata dönelim. Kulluk görevimizi hakkıyla
yerine getirmeye çalışalım. Ölüm bir defa gelecek ve o bize çok yakındır. Yarın
Allah’a hangi yüzle hesap vereceğimizi düşünelim?
Selam ve dua ile…