İslam Ümmeti, bir asrı aşkın bir süredir başsız kalmanın ağır bedellerini ödemektedir. Bugün İslam dünyası; coğrafyasıyla, halklarıyla, yönetimleriyle tarihin en büyük parçalanmışlığını yaşıyor. Müslümanların bulunduğu her yerde akan kanlar, dinmeyen gözyaşları ve bitmek bilmeyen çatışmalar, yüzeyde görünen olumsuzlukların yalnızca birkaçıdır ve bunlar sebep değil, birer sonuçturlar. Bu sonuçlara kaynaklık eden temel sorun ise siyasi birliğin ve otoritenin yokluğudur.

Müslümanların birliğini sağlayacak, ümmete yön verecek, hakkı ayakta tutacak ve batıla karşı duracak merkezi bir otorite yani halifelik, bir asırdan uzun süredir ilga edilmiş, halifelik kurumu ortadan kaldırılmış durumdadır. Halifeliğin olmayışı sadece bir siyasi kurumun devre dışı olması değil, aynı zamanda birliğin, dirliğin, kararlılığın, kardeşliğin, ümmet fikriyatının ve onurun da çöküşüdür. Dolayısıyla bu boşluk sadece siyasi alandaki yansımalarının yanında, aynı zamanda akidevi, dini, ahlaki, kültürel ve stratejik olarak da büyük bir zafiyet doğurmuştur.

Halifelik kurumu sembolik, halife de koltuğu dolduran ruhani bir kişilik değil, ümmetin dirliği ve düzeni için asli bir yapı ve birleştirici gücüdür. Hz. Peygamber’in (sav) vefatının hemen ardından hatta daha defnedilmeden sahabelerin bir halife seçme zorunluluğu hissetmeleri, devletin başsız kalamayacağı, ümmetin yöneticisiz olamayacağı inancının bir yansımasıdır. İslam Tarihi boyunca da ümmet halifesiz kalmamış, bazı zamanlarda birden fazla halife olmuşsa da halifelik kurumu varlığını devam ettirmiş, Müslümanlar harici düşmanlara karşı halifenin etrafında toplanarak tehlikeyi bertaraf etmişlerdir.

Halifelik, İslam’a sonradan girmemiş, bilakis İslam’ın özünde var olan ve olmazsa olmaz realitelerin başında gelmektedir. Yüce Allah; “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine (yöneticilere) de…” (Nisâ 59) diye buyururken, Müslümanların başsız kalamayacağını; yönetim ve liderlik kurumunun, dinin bir parçası olduğunu ilan etmektedir. Peygamber Efendimiz (sav) de "Üç kişi yola çıktığında biri emir olsun." (Ebu Davud) diye buyurmak suretiyle en küçük Müslüman bir grubun dahi emirsiz kalamayacağını beyan etmektedir. Üç kişi bile lidersiz yola çıkamazken, iki milyarlık ümmetin başsız kalması, hiçbir Müslümanın içine sindirebileceği bir olay değildir.

Halife; sadece namazda imamlık yapan, Müslümanların kötü zamanlarında dua edip Allah’tan yardım isteyen bir figürden ziyade; mazlumun yanında, zalimin karşısında duran siyasi, askeri ve ahlaki bir otoritedir. Onun varlığı ümmete yön verir, safları sıklaştırır, harici düşmanlara karşı caydırıcı bir güç oluşturur. İslam’da devlet ve siyaset, inançla iç içedir; dolayısıyla halifelik bir yönetim biçiminden daha çok dini bir sorumluluktur.

İslam ümmeti, iki milyarı aşkın nüfusa sahip olmasına rağmen, ortak bir irade ve tek bir siyasi vücut etrafında birleşemediği için dağınık, etkisiz ve edilgen bir konumdadır. Bu da emperyalist güçlerin müdahalelerini kolaylaştırmakta, Müslüman coğrafyaları sürekli olarak işgal, darbe ve istikrarsızlık sarmalına sürüklemektedir. Bugün Filistin’de, Gazze’de yaşanan insanlık trajedisi; Doğu Türkistan’da, Keşmir’de, Yemen’de süren zulüm ve istikrarsızlık, Müslümanların birleştirici bir güce ne kadar ihtiyaç duyduğunu gözler önüne sermektedir.

Tüm bunlar, Halifelik kurumu yeniden ihya edilmeden, ümmetin dirilişinin mümkün olmadığını göstermektedir. İslam dünyasının kurtuluşu, ekonomik ya da askeri kalkınma projeleriyle değil; inançla yoğrulmuş, adaletle hükmeden, ümmetin tüm renklerini kuşatan bir halife etrafında birleşmesiyle mümkündür. Ümmetin yeniden dirilişi, ancak Hilafet sancağının gölgesi altında gerçekleşebilir. Bu sebeple Halifelik; Ümmet için bir zarurettir. Bu zarureti kabul edip çözüm ürettiğimizde sadece İslam coğrafyasına değil, tüm dünyaya barış, huzur ve adalet gelecektir inşallah.