Yıllar
önce bir köyde Kürdçe şevbûhêrk dediğimiz, bir gece sohbetindeydik. Aramızda
hayat tecrübesi çok iyi olan yaşlı bir amcamız konuşuyordu. Hepimiz onu
pürdikkat dinliyorduk. O zamanlar bugüne oranla yaşlılara daha fazla değer
veriyorduk. Okumadığı için ziyan olmuş biriydi. Konuşmaları ve tespitleriyle
geceye damgayı vuruyordu. İlim tahsil etmiş olsaydı şüphesiz sadece gecemize
değil, Anadolu’ya da damgasını vurmuş olacaktı. “Kulları içinden ancak
âlimler Allah’tan hakkıyla korkar” Fatır 28. Ayet-i
kerimesi mucibince onu bir âlim olarak nitelendirebiliriz. Çünkü çok takvalı
biriydi Ramazan amcamız. Allah kendisine rahmet etsin.
İçimizden birisinin bir yarası olacaktı ki şöyle bir soru
sordu; “Bana dostluk ile ilgili bir şeyler anlatabilir misiniz? Dost nedir?
Kime dost diyebiliriz? Dostlarımızı nasıl seçelim”. Hacı amcamız soruya
hazırlanmış gibiydi. Hemen şiirsel bir giriş yaptı; Dostlar üç kısımdır.
Dostê nane nanî, dostê gane ganî, dostê cane canî. Dost görünümlü bazı arkadaşlar
vardır. Seninle arkadaşlıklarının tek amacı, sırtından geçinmektir. Bunlar
qijnî (kene) gibidirler. Amacı senden yararlanmaktır. Tek hedefi her zaman
senden almak ve sana hiç vermemektir. Bunlara ekmek dostu, diyebiliriz. İkinci
kısım ise, öküz tipi gibidir. Bunlar da qijnînin değişik bir türüdür. Sen onu
değil, o seni bulmuştur. Anlayışı, feraseti yoktur, hoşgörüsüzdür, kalın
kafalıdır, iz’an dersen yoktur. Ondan kurtulmak istersin ama başaramazsın. Dara
düşersen “Dostê nane nanî ve dostê gane ganî” hemen ortalıktan kaybolur,
sıvışırlar. Bunlar sana “Abdalın dostluğu köy görünene kadardır”
atasözünü hatırlatırlar. Allah eder de
işlerin tekrar yoluna girerse, bu tür tırnak içinde “dostlar” sana yeniden
esselamu aleykum derler. Anlayacağın
bunlar seninle yolun sefasını sürerler. Deli ile veli arasında bir harf fark
vardır, derler. Dost ile post arasında da bir harf fark vardır. Bunları post
olarak nitelendirip bir kenara bırakalım ve asıl dosta gelelim. Üçüncü kısım
dost ise, kitaplarda hikâyelerde anlatılan ve anlamını bildiğimiz dosttur. O sana güvenir sen ona güvenirsin. Sen ona
kefil olursun, o sana kefil olur. Bir ihtiyacın olduğunda onu yanı başında
bulursun. Derdin olursa, derdine çare aramak, onun önceliği olur. Diğerlerinin
aksine seninle yolun cefasını çeker. Bu dostlar iki ayaklı 112’dirler ve bunlar
da sana “Dost, dostun eyerlenmiş atıdır” atasözünü hatırlatırlar.
Acını, rahatsızlıklarını paylaşmak için yanı başında bulunur ve sen bunu
hissedersin. Tebessüm ve sırıtmak nasıl farklı şeyler ise, çünkü tebessümde
gözün içi güler, sırıtmakta o göz kasları çalışmaz. Bu nedenle kişinin tebessüm
ettiğini mi, yoksa sırıttığını mı hemen anlarsın. Karşındaki kişinin de dost mu
değil mi, kendi aldığın nefesten anlayabilirsin. Dostu gördüğünde aldığın nefes
başkadır. Oksijen bedenine bir başka girer ve sen bunu anlarsın, bir an için
kendini Kaz Dağlarında hissedersin…
Bazen sebze-meyvelerin
satıldığı bir pazara gideriz ya, birileri şöyle bağırır; “Gel seç-al, seç-al” işte
senin o seçip aldıkların en iyileridir. Öyle ki, bazen eline bir meyve-sebzeyi
alıp şöyle bir-iki kez evirip çevirirsin, alıp alamamada kararsızsın, bırakıp
başka bir taneyi alırsın ya! İşte dostê cane canî insan cinsi içinde seçip
aldığımız bir iki kere sıkarak denediğimiz meyve-sebze gibidir. Yani seçerek
aldığımız meyve-sebzemiz nasıl seçkin olanlar ise dost da seçtiğimiz en seçkin
insandır. Dostu meyve-sebzeye benzettiğimiz için inşaallah dostlar darılmaz…
Çayın kendisine has bir tadı vardır.[1]
İşte kendisine has tadı olan o çay, dost ile içilirse, dost o çaya ek özel bir tad katar. Dost çok
şeydir. Dost bir makaleye sığmaz. Dost bedende bir termostat gibidir. Hayatının
bir kontrol mekanizması gibidir. Yanlış yaptığında seni frenler. Ayarların
standartların üzerine çıktığında veya altına indiğinde seni hemen uyarır.
Ama üzülerek söylemek durumundayız ki, yeni toplumsal konsept
nedeniyle dostların da soyu tükenmekle karşı karşıya. Allah karşımıza iyi
insanlar ve dostlar çıkarsın. Âmiyn.