Cumhurbaşkanlığı
Hükümet Sistemi’nin 2018’de uygulanmaya başlanmasından sonra siyasi partilerin
birlikte hareket etmeleri adeta bir “mecburiyet” haline geldi.
Seçimlere tek başlarına ya da bağımsız adaylarla girdikleri takdirde baraj
sorunundan dolayı “kazanamama” durumuyla karşı karşıya olan partiler ya
bir ittifakta bulunacak ya da seçim sürecinde birlikte hareket edeceği bir
partinin listelerinden seçimlere girecek. Tabi bunlar ihtimal, elbette başka
seçenekler de düşünülebilir.
Bu
bilgilendirmeden sonra gelelim bugünkü yazımızın konusuna.
Yaptığı
müspet siyasetle Türkiye’de adından söz ettirmeyi başaran HÜDA PAR, seçimlerin
konuşulduğu, ittifakların şekillendiği, seçimlere dair alternatiflerin masaya
yatırıldığı bir zamanda AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan ile AK Parti merkezinde görüştü. Görüşmeden sonra HÜDA PAR Genel
Başkanı’nın yaptığı “Seçimler de konuştuğumuz başlıklardan
biriydi” açıklaması gündeme “HÜDA PAR Cumhur İttifakı’na
katıldı” şeklinde yansıtıldı.
Ancak
açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla henüz netleşen bir durum söz konusu değil.
HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu’nun ziyaret çıkışında basın
mensuplarına, “Biraz daha beklemeniz gerekecek” şeklindeki açıklaması
görüşmelerden henüz bir sonucun çıkmadığını, görüşmelerin devam edeceğini,
durumların netleşmesi için de biraz daha sabredilmesi gerektiğini ortaya
koyuyordu.
Sayın
Yapıcıoğlu’nun, Sayın Erdoğan ile görüşmesini ulusal basın kuruluşları yakından
takip ettiği gibi siyasi partiler de görüşmeyi yakından izledi ve görüşmeyle
ilgili yorumlar paylaştı, açıklamalar yaptı. Açıklama yapan partilerden biri de
CHP idi. CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, yaptığı açıklamada HÜDA PAR Genel
Başkanı’nın, Erdoğan ile 2,5 saat görüşme yaptığını dile getirerek bu görüşme
üzerinden MHP ve Kürtçe ile ilgili düşüncelerini dile getirdi.
Aslında
CHP’li Özel’in açıklamasında hedefine koyduğu iki husus
vardı: Birincisi, görüşme üzerinden Cumhur İttifakı’na
saldırmak. İkincisi ise, görüşme bahanesiyle Kürtçe’ye karşı
besledikleri düşmanlığı dile getirmek. Bugünkü yazımızda, Özgür Özel’in Cumhur
İttifakı’na saldırması, MHP’yi eleştirmesiyle ilgili bir yorumda bulunmayacağız
ancak Kürtçe’ye olan hazımsızlığına ve bilinçaltındaki Türkleştirme düşüncesine
karşı birkaç kelam edeceğiz.
CHP’li
Özel diyor ki, “Efendim HÜDA PAR parti programında Kürtçe’nin Türkçe ile
birlikte ikinci resmi dil olmasını istiyor.” Bunu derken aslında Kürtçe’ye
ve dolaysıyla Kürtlere olan düşmanlığını ortaya koyuyor. Özgür Özel bu
açıklamasıyla “CHP’nin kurumsal düşüncesini” dile getirmiş oluyor.
Cumhuriyet rejiminin kuruluş sürecinde ve sonrasında Kürtlere uygulanan
baskılara, yapılan zulümlere, alınan kararlara, başlatılan kampanyalara sahip
çıktığını dolaylı olarak söylemiş oluyor.
Örnek
olması ve bilmeyenlerin bilmesi açısından Cumhuriyet dönemindeki bir iki
kampanyadan söz ederek yazımızı sürdürelim.
Yıl
1924… Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan bir
mebus TBMM toplantısında, Türkçe’nin zorunlu dil haline
getirilmesi ve Türkçe konuşmayanların para cezasına çarptırılmasını
öneren bir yasa teklif ediyor. Çoğunluk destekliyor ancak karşı çıkanlar da
oluyor ve sert tartışmalar yaşanıyor. TBMM’deki tartışmalar
sürerken, Bursa Belediyesi ilk inisiyatifi ele alıyor ve kamusal
alanlarda Türkçe dışı bir dil konuşanlara para cezası vermeye başlıyor. 1 yıl
sonra Balıkesir ve Bergama’da da aynı uygulama başlatılıyor.
Yıl
1928… Yılın ilk ayı ve ayın 13’üncü günü bir grup hukuk öğrencisi
tarafından “Vatandaş Türkçe Konuş” adında bir kampanya başlatılıyor.
Hükümet destekli bu kampanya 1930’lara kadar sürüyor. Kürtçe’yle birlikte diğer
dillerin de konuşulması engellenmek isteniyor. Kampanya sırasında bazı
ilçelerde Türkçe dışında başka bir dil konuşan insanlara
çeşitli “para cezaları” veriliyor. Kimi valiler hükümetin desteğini
alarak ülke genelinde Türkçe konuşmayan insanları tutuklattırıyor.
Tarihsel
bir utanç vesikası olan ve temel insan haklarını hiçe sayan “Vatandaş Türkçe
Konuş” kampanyası, sosyolojik anlamda Türkiye’de Türkleştirme çalışmalarının
kurumsallaşmasına, tek tipleştirme hareketlerinin yaygınlaşmasına ve devlet
politikası haline gelen ilkelerin sivil toplum tarafından açıkça savunulmasına
sebebiyet veriyor.
CHP
zihniyeti dün olduğu gibi bugün de kendi gibi düşünmeyenlere karşı
tahammülsüzlüğünü ve Cumhuriyet döneminde bir devlet politikası haline gelen
Türkçülüğü savunmayı ve aynı zamanda Kürtçe ile ilgili bilinçaltındaki
hazımsızlığı dışa vurmayı sürdürüyor. Dönem değişmiştir; Kürtçe ve tek
tipleştirme zulmüyle ilgili bir zamanlar dile getirilemeyen hakikatler bugün
binlerce insan tarafından “temel haklar” ve “düşünce
hürriyeti” kapsamında dile getiriliyor. Ortada mazlum bir halkın yıllardır
verilmeyen, gasp edilen hakları söz konusudur. Bu haklar temel haklardır,
birileri engel olmak için “planlar ve açıklamalar” yapsa da
bu “hakları tanımak” ve “güvence altına almak” siyaset
kurumunun, iktidarın görevidir.