Yaşanmışından ve içimizi belki de
en çok parçalayan şu garip öykü, şu hazin hikaye, şu acı vakıa olmasaydı ne
olurdu diye düşünmenin sonuçlarından ürkmeye gerek yok.
Elmalı’lı Merhum’un tefisirinde
aktardığı ilginç bir ayrıntı vardır: Hz. Yakup(as), kıssanın sonlarında
devletin veziri olan oğlu Hz. Yusuf(as) ile kavuşunca o sürekli kor halinde ama
hep tutuşmuş hiç sönmemiş olan babalık şefkatiyle der ki: “Oğlum ben senin
hasretinden yıllarca ağladım ve sana olan üzüntümden gözlerim kör oldu madem bu
kadar senedir hayattaydın, neden bir mektup yazmadın, neden bir haber gönderip
de; baba kendini üzme ben yaşıyorum, güvendeyim demedin, hem de bak saraylarda
büyümüşsün?”
Hz. Yusuf(as) yaşlı babasının
elinden tutar ve ona sandıklar dolusu mektupları gösterir. Ve der ki: “Baba, şu
gördüğün binlerce mektubu hep sana yazdım. Ancak ne zaman bunları sana
gönderecek olduysam ilahi takdir müsaade etmedi. Bir daha bir daha hiç durmadan
yazdım ama Cebrail(as), her defasında bu mektup gitmeyecek dedi.”
Kıssaların en güzeli, “emrinde
galip olan” Allah’ın dilemesiyle, hükmüyle, irade ve tedbiriyle böyle akacaktı,
herkes kendi tabii yaşamının kader kaleminin sonsuz bir hikmetle yazdığı
senaryodaki rolden ibaret olduğunu bilmeyecekti.
Bilmek de iyi değildi hani. Yoksa
Hz. Musa(as) gibi ömrü boyunca kavminin türlü türlü azgınlığına sabretmiş ulu’l
azm bir peygamber bile Hz. Hızır’ın yaptıklarına tahammül edemezken bizler
öğrensek nasıl dayanacaktık.
Filistin’de gerek bizzat elinde
silah savaşarak gerekse, katliamlarda serfiraz bir halde sebatla karşı duran
yiğitler olmasaydı, dünya işgal rejiminin hala bir devlet filan olduğunu
zannetmeye devam edecekti.
Filistin’deki yeryüzünün en vahşi
en sadist, en kahpe, en gaddar, en zorba, en duygusuz, en aşağılık, en çukur
düşmanlarına karşı şu şanlı direniş olmasaydı, Bediüzzaman Hazretlerinin:
“hakikî imânı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imânın kuvvetine
göre, hâdisâtın tazyikâtından kurtulabilir” sözüne bu asırdan misaller
getirmekte zorlanmaya devam edecektik.
Filistin’in aslanlarının zor ve
ağır olduğu kadar heybetli kararlılığı olmasaydı, imanımızı tartacak
terazileri bulsak da doğru ölçemeyecektik. Ve şu gökkubbe altında dolaşan iki
ayaklı, konuşan, gülen, yorum yapan “beşer” kılıklı varlıkların neden ebedi
cehennemle müjdelendiğini unutacak ve kendilerine yer yer; hisleri olan, asgari
düzeyde de olsa insafı, vicdanı, merhameti ve bir nebze insani yönü olan
canlılar olarak bakmayı sürdürecektik.
Filistin’in şu azmini ve
dirayetini görünce dağların bile yüklenmekten kaçındığı emanetin gerçekten ne
olduğunu anladık.
Ayette Mescid-i Aksa için “etrafı
mübarek kılınmış” denilmesinin sırrını anladık. Demek ki, O’nun etrafı
adaklarını yerine getirmek için adeta yarışan Allah’ın(cc) erleri ile mübarek
kılınmış.
Yine Filistin bugün bize şu
Hadis-i Şerifi hatırlattı: "Allah'ın düşmanı olan Mesih-i Deccal, İsa
Aleyhisselâmı görünce, tuzun suda eridiği gibi erir. Hz. İsa, onu terk edip
bıraksa bile helâk oluncaya kadar eriyip gidecektir. Lâkin Allah, onu bizzat
İsa Aleyhisselâmın eliyle öldürür." (Müslim, Kitabü'l-Fiten 34)
Şu anda ABD ve Avrupa ile
beraber, bütün teröristler eriyorlar. Maskeleri eriyor, uydurdukları değer
yargıları eriyor, inandırıcılıkları eriyor. Zaten bitmiş olan cesaretleri
eriyor, yeryüzündeki sekiz milyar insana verecekleri güven eriyor.
Fukiyama ya da başkası, kim
itiraf ederse etsin hepsi biliyor ki, filmlerinin sonuna geldiler. Filistin
bunun bir tez ya da fantezi değil hakikat olduğunu gösterdi.
Filistinliler ellerindeki
baltalarla modernizmin mabedindeki güç putlarını yerle bir ettiler.
Süper güç putunu, küresel
hegemonya putunu, büyük devlet putunu, batı putunu ve diğer nice putları.
Ve baltayı da korku putunun
boynuna astılar.
Ve anladık ki mancınıkla ateşe
atılacaklarını da elbette ki biliyorlardı. Ancak gördük ki onlar hesaplarını
dünya ateşine göre yapmamışlar. Onlar rotalarını İbrahim(as)’ın gül bahçesine
göre çizmişler.
Rabbim verdiği derslerle onlara Fethi Mübin ve Fethi Karib nasip eylesin. Amin.