Barbar Batının emperyalist heveslerinden
kaynaklanan savaşlar, iç çatışmalar, büyük kaoslar sonucu yüz milyonlarca
Müslüman vatanlarından ayrı düştü. Yurtsuz, vatansız kaldı. Ölümden, savaştan,
yıkımdan kaçmak için evlerini, barklarını, topraklarını terk edip muhacir
durumuna düşen mazlum Müslümanlardan bir kısmı da Suriyeli…
Bugün Suriye, Haçlı sürülerinin istilası
altında… Amerika ve Rusya’nın kışkırtması sonucu yaşanan iç savaş sonrası
harabeye döndü İslam’ın bu kadim toprakları… Ve Milyonlarca Suriyeli kadın,
çocuk, erkek çareyi komşu ülkelere sığınmakta buldu. Biz de Suriye’ye komşu bir
ülke olarak milyonlarca kardeşimize topraklarımızı, bağrımızı açtık.
Suriyeli Müslüman kardeşlerimizin ülkemize
sığınması sonrası bazı sorunlarla karşılaşmamız doğaldır. Ekonomik, sosyal,
hatta siyasal bazı sıkıntılar yaşanabilir. Bazı durumlarda kültür ve geleneklerimiz
de uyumlu olmayabilir. Ülkemize sığınan Suriyeli kardeşlerimizin arasında suçlu
kimseler, benimsemediğimiz ahlak ve karakterde kesimler de bulunabilir.
Her ülkede, her toplumda istenmeyen kimseler,
gruplar, kesimler vardır. Bu bizim için de geçerlidir. Aramızda suçlular yok
mu? Kötü kimseler yok mu? Bunlara bakıp Türkiye halkı kötüdür diyebilir miyiz?
Aynı şeyleri Suriyeli kardeşlerimiz için de söyleyemeyiz?
Savaş ve fitne bitip kardeşlerimiz özgürce
yurtlarına dönünceye kadar bize düşen bu muhacir kardeşlerimize Ensar olmak,
onları bağrımıza basmak, acı ve hüzünlerine ortak olmak, onlardan kaynaklanan
sorun ve sıkıntılara göğüs gerip sabretmektir. Müslüman olmanın gereğidir bu.
Suriyeli kardeşlerimizin başına gelen
felaketler bir gün bizim de başımıza gelebilir. Bir gün biz de evimizi,
barkımızı, yurdumuzu, her şeyimizi bırakıp başka ülkelere sığınmak zorunda
kalabiliriz. Ki bazılarımız kaldı da. 1920’li, 30’lu yıllarda dedelerim
köylerini bırakıp Suriye’ye hicret etmek zorunda kalmışlardı.
Bahsettiğim olay ninem sekiz yaşındayken
yaşanmış. Olayı merak edenler önümüzdeki ayın İnzar Dergisine bakabilirler.
Ninemin ağzından genişçe anlattım, öyküleştirdim. Ninem her fırsatta olayı
gözyaşları içinde anlatıyordu.
Ninemin ağzından dinlediğim ve yakın tarih
belgeleriyle de sabit olan olaylar Şeyh Said kıyamından hemen sonraki yıllarda
yaşandı. O dönemde iktidarda olan CHP, Şeyh Said kıyamını bahane edip dindar
halka yönelik terör estiriyordu. Özellikle Kürt illerinde bu baskı ve terör
şiddetini daha da artırmıştı. Köylere baskın yapıyorlar, halkı kıyımdan
geçiriyorlar, kadın ve çocukları uzak illerde yaşamak zorunda bırakıyorlardı.
O dönemde rejimin zulmüne uğrayan kesimlerden
biri de Seyyidlerdi… Peygamberin soyundan gelen Seyyidler kanunla sürgüne mahkûm
edildiler. Yurtlarından, evlerinden alınıp dillerini bilmedikleri, uzak, tenha
Batı illerine, oraların köylerine sürüldüler. İşsiz, güçsüz, aç, perişan ve
aşağılanarak… Bu arada erkeklerin birçoğu da ya öldürülüyor ya da
tutuklanıyordu.
Köyümüz de Seyyidlerden oluşuyordu. Şeyh ve
Seyyidlerin fermanı çıkınca dedelerim her şeylerini bırakıp aileleriyle
Suriye’ye hicret ettiler. Suriye halkı zulüm ve baskıdan kaçan bu insanları
bağırlarına bastı. Onlara ev verdi, iş imkânı verdi. O dönem on binlerce insan Türkiye’den
kaçıp Suriye’ye sığındı. Benim şahsen hala orada akrabalarım var. Suriye
halkının misafirperverliğini sevip orayı kendilerine yurt edindiler.
Bir zamanlar biz onlara sığınmıştık. Şimdi ise
onlar bize… Yarın bizim onlara muhtaç olmayacağımızı, onlara sığınmayacağımızı
kimse garanti edemez. Allah günleri insanlar arasında dolaştırır.
Bize düşen, bize sığınmış mazlum, muhacir
kardeşlerimize bağrımızı açmak, onlara gerçekten kardeş olmaktır. Biz onlara
kucak açmazsak kim açacak? Müslümandan başka Müslümana dost mu var? Müslümanlar
bir birlerine sahip çıkmazsa kim onlara sahip çıkacak?