Ümmet-i İslam’ı yakından ilgilendiren olayların ve
gelişmelerin yaşandığı aydır Muharrem. Bu ayda, bir yanımız sevinçtir, bir
yanımız matem.
Acı olayları hatırlayınca ruhumuzun tedirginliği artar;
mahzun olur, içe kapanırız, sessiz sessiz ağlar, gözyaşı dökeriz.
İlahi yardımların ve mucizelerin tezahür ettiği olayları
düşündüğümüzde ise, sevince gark olur, mutlu oluruz.
Çetin bir imtihan neticesinde Âdem aleyhisselam ve Havva
annemizin tövbelerinin kabul edilmesiyle yeniden hayat mücadelesine başlarız
hak yoldan ayrılmadan.
Mücadelemiz uzun sürer, anlatırız ilahi hakikatleri, davet
ederiz tüm insanlığı tevhide, birliğe. Ancak insanlık icabet etmez davetimize.
Bir tufan kopar sonra, bineriz Nuh’un gemisine nereye gideceğimize bilmeden.
Geminin büyük tufandan kurtulmasıyla artar sevinçlerimiz.
Alırız elimize baltayı, kırarız İbrahim gibi tüm putları.
Adımız olur putkıran İbrahim! Putlara karşı mücadele ettiğimiz için rahatsız
olur bizden dönemin güç ve imkân sahipleri. Ancak biz taviz vermeden sürdürürüz
hayatı. Dar etmek isterler bizlere yaşamı, tevhidi haykırdığımızdan dolayı
kısmak isterler sesimizi. Rabbimize sığınırız, O’nunla dost oluruz. Dostumuzun
dostlarını kardeş biliriz, düşmanlarıyla da mücadeleyi aralıksız sürdürürüz.
Ateşe atılırız sonra, ancak yakmaz bizleri o alevli ateş. Gülistan olur,
serinlik olur, selamete ereriz nemrutların şaşkınlıkları karşısında.
Musa oluruz, yürürüz Kızıl Deniz’e doğru. Rabbimizin açıktan
yardımıyla karşılaşırız çıkmaz sokaklarda. Firavunlar yetişecekken bizlere,
denizler yarılır ve açılır yollarımız. Azamet sahibi yüce yaratıcının
mucizeleri imanımızı artırır bizlerin. Ve şükrederiz, hamd ederiz, secde ederiz
âlemlerin yaratıcısına.
Karanlıklarda kaldığımızda tek sığınağımız Rabbimize derûnî
dualar ederiz büyük bir mahcubiyetle. Balığın karnındayken açarız ellerimizi,
yanlış ve hatalarımızın affı için yalvarırız Rabbimize. “Rabbim! Senden başka
hiçbir ilâh yoktur. Seni tenzih ederiz. Gerçekten biz, zalimlerden olduk.”
diyerek kurtuluş ararız. Rabbimiz bize acır, bize merhamet eder, dualarımızı
kabul eder. Varınca sahil-i selamete, yeniden koyuluruz tevhid mücadelesine
kaldığımız yerden. Çalmadığımız kapı, gitmediğimiz insan kalmaz, anlatırız
ilahi davamızı durmadan, yorulmadan.
Kimi zaman dayanılması zor acılarla karşılar, başımıza gelen
elim olaylara ve sorunlara karşı sabrederiz. Nimetin de, musibetin de
Rabbimizden geldiğine zerre şüpheye düşmeden iman ederiz. Rabbimiz bu duruşumuz ve sabrımız karşısında
bizlere ihsanda bulunur, bizleri yeniden sağlığımıza kavuşturur. Ve bizler
kaldığımız hayat mücadelesine devam eder, yeryüzünde ilahi hükümlerin hakim
olması için görevlerimizi yerine getirmeye devam ederiz.
Bir tarafımız böyle sevinçliyken, diğer yanımız Kerbela’da
şehit edilen Aliyyül Murteza ile Fatıma’nın ciğerparesi Hüseyin’e ağlar.
Hüseyin’i unutmaz kalplerimiz, mazlumca şehadetini unutmaz yüreklerimiz.
Kahraman ve korkusuz bir cennet ehlinin ve yarenlerinin
susuz bırakılarak ölüme terk edilmek istenmelerini nasıl olur da unutur
yüreklerimiz.
Unutmadı, unutmayacak yüreklerimiz. Çünkü Hüseyin pak kanıyla
tarihe nakşolacak kutlu bir mesaj yazdı. Ve bu mesaj çağlara ve nesillere
aktarıldı.
Hüseyin o gün gam ve keder çölü Kerbela’da kaybetmedi,
bilakis kazandı. Ortaya koyduğu onurlu mücadelesinden dolayı kazandı. Dedesi efendimiz
Hazreti Muhammed (sav)’in kutlu mesajının doğru bir şekilde aktarılması
mücadelesini verdiğinden dolayı kazandı.
Hüseyin kaybetmedi, yalnız ve yardımsız bırakıldığı bir demde
Yezid ve avanelerine teslim olmadı, kahramanca direndi. Direnen aziz olandır
dedi.
Mücadelesinden taviz vermedi, nihayetinde şehadet şerbetini
içerek şehitlerin serveri oldu.
Selam olsun ona ve onun yolunu kıyamete kadar sürdüreceklere.