“Ey iman edenler! Kötülüklerden korunasınız diye sizden
önceki ümmetlere farz kılındığı gibi oruç, size de farz kılındı.” (Bakara: 183)
Geçen yılda olduğu gibi bu yılda da coronavirus musibeti ve
kısıtlamaların pençesinde kutlu mevsimi karşılıyoruz. Rahmet ve bereket ayı
olan mübarek Ramazan Ayını bu gün itibariyle idrak etmeye başladık. Bizleri bir
kere daha rahmet ve bereket ayına ulaştıran Allah’a sonsuz şükürler olsun.
Ramazan ayı denilince akla ilk gelenlerden bir tanesi vakit
istatistikleridir. Konumuz Ramazan, fikrimiz istatistikler olunca ben de ele almak
istedim. Şöyle ki; Ramazan ayının ilk gününün ilk iftarı 18.45’te Hakkâri’de,
son iftarı ise saat 19.59’da Edirne’de açılacak. Türkiye genelinde Ramazan’ın
birinci günü en uzun oruç 15 saat 3 dakika ile Sinop’ta, en kısa oruç ise 14
saat 39 dakika ile Hatay’da tutulacak.
Türkiye’de şehirler arası çok fark yok diyebiliriz. Ama bunu
dünya geneline vurduğumuzda geçen senelerde olduğu gibi fazla vakit olmasa da yine
de ciddi bir vakit farkı var: Dünyada ramazanın ilk günü en uzun orucu 16 saat
52 dakika ile Kuzey Avrupa ülkesi Norveç’in Tromso şehrindeki Müslümanlar, en
kısa orucu ise 13 saat 23 dakika ile Gabon’un Libreville şehrindeki Müslümanlar
tutmuş olacak.
Ramazan ayı heyecan ve bereketiyle kapımıza dayanmış,
bizleri hayra davet ediyor. Önceki vakitlerde kardeşlik bağlarımızı geliştirmek
için komşu, akraba ve dostlarımıza iftar yemeği verir, davet edildiğimizde
iftar yemeklerine katılırdık. Ama maalesef ki bizler onu buruk karşılıyoruz.
Çünkü, Ramazan ayı denilince en çok yapılanlar arasında olan, toplu bir şekilde
yapılması gereken ibadetlerimizden uzak olacağız.
Mübarek ay gelince, zengin ve fakir farkı gözetmeksizin Müslümanlar
toplu olarak iftar eder, ettirirlerdi. Çocuk-yaşlı, kadın-erkek demeden hepimiz
beraber camiye gider teravih namazını camide cemaatle eda ederdik. O müthiş
duyguyu beraber teneffüs ederdik. Ama bu yıl malum hastalık münasebetiyle;
Diyanet İşleri Başkanı Erbaş'ın “Yaptığımız istişareler neticesinde teravih
namazını camilerde değil evlerimizde kılmanın uygun olduğuna karar verdik.” ibaresiyle
camilerde teravih namazı kılmak yasaklandı. Ama herkesin malumudur ki en çok
tedbirlere uyan kuşkusuz camilerdeki vatandaşlardır.
Virüs bahanesiyle Ramazan şuuru öldürülmeye mi çalışılıyor
bilmiyorum ama; Kongreler, AVM’ler, çarşı pazarlar, konserler festivaller
lebaleb doluyken neden teravih namazlarına, toplu iftarlara izin verilmiyor?
Bilmiyorum. Kongrelerde bulaşma riski az da camilerde yüksek olduğuna mı inanıyor
bu bilim kurulu üyeleri...
Olmuş ve ölmüşe çare olmadığı için niye yasak, niye böyle
demek beyhudedir. Onun için Müslümanların vasıflarından olan şart ve ortamlarda
vakti en iyi şekilde değerlendirmek, zamanımızı maksimum derecesinde değerlendirmeye
çaba harcamak, verimli geçmesi için bir dakikayı dahi boş geçirmemeye dikkat etmemiz
gerektiğini unutmamaktır.
“Ramazan ayı öyle bir aydır ki, insanlara yol gösterici,
doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an, onda
indirilmiştir.” (Bakara: 185)
Bu ayın Kuran ayı olması hasebiyle bu ayda kısa bir tefsir okumaya
gayret gösterelim. Zaman müsait olduğu için okumadığımız ayrı bir kaynaktan bir
siyer kitabı okuyalım.
Sevapların yüzlerce kat fazlasıyla karşılığının verildiği bu
mübarek ayda ibadetlerimizi arttıralım. Bu çerçevede teheccüd namazına da özen
gösterelim. Zaten sahura kalkıyoruz, sahura kalkmışken teheccüdü de rahatlıkla
kılabiliriz. Bu şekilde teheccüdü Ramazan sonrası için de bir alışkanlık haline
getirelim.
Dilimizin de oruçlu olduğunu unutmadan, mübtelası olduğumuz
gıybetten uzak durmaya çalışalım. Onun yerine dili zikre alıştırdıktan sonra bu
durumun ramazandan sonra da devam etmesine özen gösterelim. Ramazan ayına
girerken; Dinimiz İslâm’ın haram kıldığı kin, haset, dedikodu, yalan, iftira,
gıybet, nefret gibi kötü huylardan vazgeçmeliyiz. Dünya ve ahiretimiz için
faydası olmayan her türlü davranışlardan uzak olmalıyız.
Günahlardan arınmaya sebep olması duasıyla hayırlı ramazanlar...