MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’den siyaset arenasını sarsacak hamleler geldi. Birinci hamle, 1 Ekim Salı günü TBMM’nin açılışında gelmişti. Devlet Bahçeli, DEM Parti grubu ile tokalaşmıştı. Bu sırada Bahçeli’nin elini sıkmak için bazı DEM’li milletvekillerinin arka sıralardan öne geldiğine Türkiye şahitlik etmişti.

Herkes şöyle bir afalladı. Tabi bazen protokol gereği yapılan davranışlara çok fazla anlam yüklememek gerektiği hususunu bir kenarda tutmakta fayda vardı. Bende de şahsen, Meclis açılışında protokol gereği yapılan bir jest izlenimi uyandırmıştı.

Fakat daha sonraki süreçte Bahçeli’nin açıklamaları devam etti ve aslında Devlet aklının planlı bir süreci başlattığı anlaşıldı. Nitekim bu tokalaşmayı soran gazetecilere Bahçeli; “Dünyada barışı isterken, kendi ülkemizde barışı sağlamamız lazım” şeklinde bir cevap verdi.

Bu açıklama Türkiye’nin PKK ile mücadelesinde yeni bir aşamaya geçildiği anlamına gelmektedir. Nitekim bir sonraki grup toplantısında Devlet Bahçeli; “Bu hususta DEM Parti’nin aklını başına alması, uzattığım eli sabote etmek amacıyla tahrik ortamını kamçılamaktan uzak durması herkesin hayrınadır. Uzattığım el samimi ve iyi niyetli bir eldir. Uzattığım el Türkiye’de birleşelim, Türk milletinde kenetlenelim tebliğidir” açıklaması bunun açık bir göstergesidir.

Tabii Bahçeli’nin açıklamaları devam etti. En son açıklaması, Türkiye genelinde bir şok dalgası oluşturdu. Çünkü Bahçeli’den hiç beklenmeyen bir çıkış geldi: “Şayet terörist başının tecridi kaldırılırsa gelsin TBMM’de DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın.”

Muhtemelen bu süreçte Öcalan ile görüşülmüş ve ondan bazı olumlu taahhütler alınmıştır. Aslında gelinen nokta şudur. Devlet, özellikle MİT’in organize ettiği operasyonlarla Kandil’in üst düzey yetkililerini bir bir saf dışı bırakmaktadır. Tabiri caizse “Yenildiniz, gelin teslim olun ve bu olayı burada kapatalım.” denilmektedir.

Fakat Türkiye için PKK’nın kendisi çok büyük bir tehlike arz etmiyor. Çünkü bu yapı Batı tarafından terör listesine alınmış ve Devlet ona karşı her türlü operasyonu yapabiliyor. Asıl hassas olan ve emperyalizmin kontrolünde olduğu için Türkiye’nin kontrol sahasına girmeyen Suriye’deki yapı var. Hepimiz biliyoruz ki PYD Suriye’de devletleşme aşamasına hızla yaklaşmaktadır.

Devlet bu hamlesi ile kontrolde tuttuğu Öcalan vasıtasıyla, Suriye’deki yapıyı dizginlemek amacında olabilir. Fakat şu unutulmamalıdır ki bu kadar silah yardımı yapılan bir yapıyı, ABD hiç kimsenin kontrolüne terk etmez. Kendi istediği şekilde kullanır ve gerekirse bir gün çöpe atar. Gerekmezse kullanmaya devam eder.

Neyse biz gelelim esas meselemize. Cumhurbaşkanı bu teklifi savundu ve esasen Cumhur ittifakının bir önerisi olduğunu vurguladı. İlk etapta DEM Parti’den de olumlu bazı açıklamalar geldi. Böylece yeni bir süreç için kollar sıvandı gibi bir hava oluştu.

Fakat Kandil; “Hop, ben buradayım ve bize rağmen hiç kimse bir şey yapamaz” dercesine fiili olarak TUSAŞ saldırısı ile cevap verdi. Bu saldırının uluslararası bir boyutu var. Cumhurbaşkanı’nın Rusya’nın Kazan şehrinde katıldığı BRICS liderler toplantısına karşılık, Ankara’nın Kahramankazan ilçesinde TUSAŞ’a saldırı düzenlendiği belirtiliyor. İhtimal dâhilinde ve mümkündür.

Eğer bu tür uluslararası derin bir akıl saldırıya karar vermişse yine PKK’yı taşeron olarak kullanmıştır. Hem BRICS mesajını Türkiye’ye veren güçler, bu arada Kandil olmadan yeni bir sürecin başlatılamayacağını belirtmiş oluyorlar. Böylece PKK, Bahçeli ve dolayısıyla Cumhur İttifakına fiili olarak cevap vermiş oldu.

Aslında PKK’nın geçmişte bu türden fiili olarak cevap verdiği birçok olay vardır. Son yaptığı da fiili cevap verdiği eylemlerden bir tanesidir.