Son aylarda Çin’de ortaya çıkan koronavirüs (coronavirüsü),
dünya gündemine oturmuş ve neredeyse uğramadığı ülke yok. Dünya üzerinde ilk
kez 1960’lı yıllarda görülen bu virüs aralık ayında Çin’in Vuhan bölgesinde
yeniden çıkmasıyla beraber neden olduğu ölümler ile dünya gündeminde ilk sıraya
oturdu.
Covid-19 denilen koronavirüs (corona virüsü), İngiltere,
Japonya, Tayland, Güney Kore, ABD, Singapur, Vietnam, Almanya, Fransa, İtalya,
İran, Tayvan ve İtalya dahil 30'dan fazla ülkeye yayıldı. Binlerce ölüm olayı
gerçekleşirken, Çin'den sonra en fazla can kaybı İran’da oldu. Bu salgın
nedeniyle dünya çapında başta ulaşım, turizm ve ekonomi olmak üzere birçok
sektör sekteye uğradı. Yakında büyük krizler baş gösterecek.
Bu virüs ve neden olduğu ölümler ile insanoğlu ve ürettiği,
teknoloji ile putlaştırdığı maddi gücün aslında ne kadar zayıf olduğu bir kez
daha ortaya çıktı. Bazen böyle bir şerden hayır çıkarmak mümkündür. Demek;
insan hiçbir zaman kendinin “kul” olduğunu ve imkânlarının sınırlı ve aciz
olduğunu unutmayacak.
Son yıllara baktığımızda hep bir “virüs” gerçeği ile karşı
karşıya olduğumuzu görürüz. Kullandığımız bilgisayardan cep telefonuna ve mobil
iletişime kadar sürekli “virüs bulaştı” sorunu ile karşılaşıyoruz. Birde tıbbi
hastalıklardan kaynaklı virüsler ile nerdeyse her yıl karşılaşıyoruz. Bu
virüsleri ortadan kaldırmak için iletişimde “antivirüs” programları piyasaya
sunulur. Tabi virüsleri ortaya çıkaranlar aynı zamanda antivirüs’ü de üretip
tüketim kültürü dayatması ile toplumları sömürüyorlar. Tıbbi hastalık ve
virüslerde ortaya çıkan veya çıkarılan virüsleri etkisizleştirmek için “aşılar”
üretilmeye ve hastalıklarla mücadele edilmeye çalışılır. Bunun “İlaç Endüstrisi”nin
bir oyunu olduğunu söyleyenlerde var. Önce hastalık yayıp sonra ilacını üretip
sattıkları savı ileri sürülüyor.
Şimdi buraya kadar hep maddi kaynaklı virüsler üzerinde
durduk. İnsanoğlu nedense maddi virüsler söz konusu olduğunda; hemen can
derdine düşüp bunun önüne geçmek için bütün imkanlarını seferber eder, lakin
konu manevi virüslere gelince umursamaz bir hal alırız.
Aslında virüsler her tarafımızı sarmışta farkına varmıyoruz?
“Irkçılık-kavmiyetçilik virüsü” dünyayı ve İslam coğrafyasını kasıp kavuruyor.
İslam düşmanları Müslümanların arasına bu hastalığı salarak bizleri büyük bir
belanın içine attılar. Müslümanlar olarak, ilk ırkçılık yapanın şeytan olduğu
(A’raf: 12, Sa’d: 76 ayetleri) gerçeğini göz ardı ederek; bu oyuna düştük ve
halen devam ettirerek birbirimizi ırki saiklerlerle boğazlıyoruz. Yine “Mezhepçilik
virüsü” ile aynı oyuna düşerek ümmet olma şuurunu kaybettik. Bunlar gibi
bizleri İslam’dan, ALLAH’ın emrine uymaktan alıkoyan bütün “ci, cu’lar” da aynı
kapsamdadır. İster bunun adı: kabilecilik, aşiretçilik, ailecilik, bölgecilik, particilik,
cemaat ve tarikatçılık olsun fark etmez.
İmtihan için yaratılan bizler sadece madde ile değil, aynı
zamanda manevi yönümüzü de dikkate almak zorundayız. Bedenimize veya
kullandığımız cihazlara bulaşan virüs ve hastalıklardan nasıl rahatsız olup
tedavi ve çaresine başvuruyorsak, manevi olarak ta toplumumuzda yaşanan buhran
ve yaraların önüne geçmek için çabalamalıyız. Dünya ve ahiret saadetimiz için
ALLAH’ın dini olan İslam’a ve onun aziz peygamberine harfiyen uymalıyız.
Fıtrata uygun olarak, bizi Yaratanın bizi hem ruh hem beden
olarak yarattığını göz ardı etmeden, maddeyi de ihmal etmeden lakin manevi emir
ve ihtiyaçlarımıza daha fazla önem vermeliyiz. Tek kanatla kuş uçamayacağı
gibi, insanoğlu da sadece maddi veya manevi kanatla uçamaz. Bizler maddi
kanadımızı güçlendirirken, nesillerimizi maneviyattan mahrum bırakır duruma
geldik. İslam düşmanları da, gençlerimiz ve nesillerimizi İslam’dan
uzaklaştırmak ve maneviyatlarını bozmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Bunun için her türlü hile ve desiseye başvuruyorlar. Bunun önünü almak ve
nesillerimizi korumak amacıyla aziz dinimiz İslam’a ve onun yüce değerlerine
dört elle sarılmalıyız. Yoksa bu vebalden kurtulamayız.
Selam ve dua ile…