Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan İstanbul Sözleşmesini destekleyenler de, karşı çıkanlar da sözleşmenin bir ucundan tutup kendilerini haklı çıkaracak bir yorumda bulunuyor. Sözleşmeye muhalif biri olarak ben de sözleşmeye bakışımı kafanızı karıştırmadan sade bir anlatımla anlatmak istiyorum. Sözleşmenin 75 maddesini okuduktan sonra benim de bu konuda söz söyleme hakkım vardır deyip birkaç satır karalamaya karar verdim. Bir zamanlar Turgut Özal’ın danışmanı olan Mehmet Barlas şöyle diyordu: “Bir gün Turgut Bey bana şöyle dedi: ‘Bir yasa çıkarmaya çalıştığımda muhalif yazarların neler yazıp çizdiklerine bakarım. Eğer çıkarmayı düşündüğüm yasayı canhıraş eleştirdiklerinde o yasayı çıkartırım. Eğer çıkarmayı düşündüğüm yasayı desteklerlerse hemen geri çeker çıkarmaktan vazgeçerim. Bazılarının eleştirdiklerini bazılarının da desteklediklerini gördüğümde yasayı gözden geçiririm’ derdi...”
Bizim
yasaya bir bakın hele!
İstanbul
Sözleşmesi Kasım 2011’de CHP, MHP, AKP ve BDP(bugünün HDP’si) oylarıyla firesiz
meclisten geçmiş. Görüşmeler 25 dakika sürüp jet hızıyla değil, ışık hızıyla
tartışmasız kabul edilmiş.
Sözleşmenin
4. Maddesinde LGBT’lilerin yani genetikleriyle oynanmış insandan bozma
ibn*lerin hakların güvenceye alınmasından bahsetmeyeceğim. Artık ne hakları
varsa…
Aile
binasının dört kolonunun altına konulan dinamitlerden de bahsetmeyeceğim.
Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin homoseksüel ve lezbiyen ilişkileri, çarpık
ilişkileri aile hayatının bir türü olarak kabul etmesinden de bahsetmeyeceğim.
Sözleşmenin
ailesiz bir toplumu hedeflediğinden de bahsetmeyeceğim.
Sözleşmenin
şu ana kadar yol açtığı tahribatlardan da bahsetmeyeceğim.
Ak
Parti eski milletvekili Mehmet Metiner’in İstanbul Sözleşmesi için söylediği
“Neye oy verdiğimizi bilmeden el kaldırdık. Yanlış yaptık” sözlerinden de
bahsetmeyeceğim. O zaman şimdi neye oy verdiğinizi anlamış bulunmaktasınız. Hal
böyle iken neden yürürlükten kaldırmak için bir girişimde bulunmuyorsunuz? Ve
yanlışınızı neden düzeltmiyorsunuz? Diye de sormayacağım. “Evet diyenlerin çoğunu
neye oy verdiklerini bilmeden el kaldırdı” sözüne binaen sürü psikolojisine
girmelerinin sebebini de sormayacağım.
Cennette
ve cehennemde bile bir araya gelme ihtimalleri bulunmayan partilerin fikir
birliğine varmalarının sebeb-i hikmetini de sorgulamayacağım. Kıyametin bir
alameti de bu olsa gerekti.
Muhalefetin
kolay kolay iktidar ile aynı düzlemde yer almayacağını herkes ve her
matematikçi-fizikçi bilir. Bu konuda vereceğim şu örnek yeterlidir sanırım.
Boğaz içi köprüsü inşa edildiğinde Bülent Ecevit köprünün yapımına karşı çıkmış
ve yıllar sonra “Köprünün yapımına neden karşı çıktığımızı hâlâ anlayabilmiş
değilim” demiştir. Aslında bunun cevabı çok basitti… Yine konumuz bu olmadığı
için cevabını yazmayayım. O dönem çok akıllı biri “Köprü yapacağımıza birkaç
araba vapuru daha yapalım” demişti.
CHP
Milletvekili Engin Altay’ın mecliste söylediği o tarihi sözünü de size
hatırlatmak istiyorum. “Hükümet dünyanın en doğru işini yapsa bile yanında
olmayacağız” demişti Engin Altay. Engin Altay’ın CHP’si İstanbul sözleşmesi
konusunda hükümetin yanında yer aldığına göre hükümet yanlış bir iş yapmıştır.
Düz mantığın sonucu bu… Doğru iş yaptığında yanında olmayacağına göre, yanlış
iş yaptığında ise hay hay yanında dururdu. Şekil A’da olduğu gibi. Aslında
hükümet yanlış yaptığının farkında. Sanki ayakları bir yerlere bağlı da adım
atamıyor.
Belki
teşbiyhte hata olacak ama aklıma başka bir şey gelmiyor. Bu hükümeti klavyelerimizle
doğrultmaya çalışalım. Kartlaşmış bir nesneyi doğrultmak imkânsızdır, kırılır
derseniz size de hak veriyorum. Bana inanın ve güvenin şu İstanbul Sözleşmesi
denilen meret, meş’um şey çok kötü bir şey… Karşısındaysanız doğru yerdesiniz.
Yazımızı
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu sözleşme için söylediği “Bizim için ölçü değildir.
İstanbul Sözleşmesi nas değildir” sözünü hatırlatarak bitirelim mi?
Fetva
merci’ olsaydım “Bu Sözleşmenin başımıza bela edilmesi büyük günahlardandır.
Kefareti de yürürlükten kaldırılması tevbe ve Mescid-i Aksa’nın özgürlüğüne
kavuşturulmasıdır” derdim.