Bu konuda kimler yazmadı ki! Nasıl olmasın! Bu konu, insanlık tarihinin
en önemli konularından biri olmuştur. Öyle ki, insanlık tarihi bir
adaletsizlikle yani bir zulümle başladı. Ve görünen o ki, adaletsizlikler,
haksızlıklar, bir başka deyişle zulümler insanlık tarihinin sonunu getirecek.
Nerede bir, savaş, çatışma, kargaşa, kavga varsa orada bir adaletsizlik
yani bir zulüm vardır. Ne kadar olumsuz bir vakı’a varsa altında bir
adaletsizliğin yani bir zulmün ve bir zalimin imzası vardır. Kısacası nerede
bir terslik varsa, orada olması gereken bir hal, olması gereken yerde değildir.
Adalet konusundan bahsedilince Hz. Ömer’i zikretmeden olmaz herhalde. O
dönemde yeni Müslüman olmuş Gassan Meliki Kâbe’yi tavaf ederken bir Müslüman
ile arasında bir anlaşmazlık, tatsız bir olay meydana gelir. Bizim yeni
Müslüman Melik, tartıştığı kişiye bir yumruk atarak onun burnunu kırar. Olay büyür, Hz. Ömer olaya müdahale eder.
Olayı araştırır ve bizim yeni Müslüman Melikimizin haksız olduğu sonucuna varır
ve Gassan Melikine şöyle der: “Ya onun gönlünü al, ya da sana kıssas
uygulanacak. O da senin burnunu kıracak”. Melik şaşırır: “Olacak şey mi? Ciddi
olamazsın. Ben bir hükümdarım. Sosyal statülerimiz farklı ama!” Hz. Ömer ona
şaşmaz kaideyi bildirir: “İslam’ın nazarında ikiniz eşitsiniz. Kim Allah’tan
çok korkarsa o üstündür”… İşte böyle! Eskiden mahkemelerimiz böyleydi. Sonrası
mı? Gassan Melikinin düşünceleri hâkim oldu. Üstünlerin hukuku hâkim olmaya
başladı. Hukukun yani adaletin üstünlüğü ayaklar altına alındı. Nerede
Peygamberimizin “Kızım Fatıma da olsa…” dediği o adalet? Nerede o hassas
terazi…
Gücü elinde bulunduranların, adaletten sapıp Gassan Meliki gibi
düşünmelerinin asıl sebebi kendi menfaatlerini düşünmeleridir. Hukukun
üstünlüğünü göz ardı etmeleri ve kibirleridir. Ama yanlış ve günübirlik
düşündüklerinin farkında değillerdi. Hz. Ömer’in şu uyarısını göz ardı
ediyorlardı; “Adalet, mülkün (devletin) temelidir”. Savaşların uzmanı Timurleng
de işin sırrını anlamış ve şöyle demişti. “Ülkeler savaşla alınır, adaletle
korunur”.
Kıssadan hisse diyelim mi?
Bir gün bir hutbede bir vali Hz. Ömer’i o kadar över ki bir sahabe
dayanamaz ve müdahale edip valiyi susturur. Olay Hz. Ömer’e intikal eder. Hz.
Ömer çok sinirlenir, güvenlik güçlerince
sahabeyi getirtir... Sahabe gelip selam verir ama o çok sinirlendiği için
selamını da almaz. Ve onu valiye karşı yaptığı
“saygısızlık” nedeniyle de azarlar. Sahabe de hema dümdüz:
-Eğer ben bir suç işlediysem sen iki suç işledin.
-Nasıl?
-Sana selam verdim. Sen Allah’ın selamını almadın. Oysaki bana cevap
vermeniz vacipti. Bir suçlama nedeniyle tek taraflı davrandın. Beni
suçlayanları dinledin ama beni dinlemedin. Tayin ettiğin vali seni o kadar çok
övdü ki, cemaatin üzerinde senin Ebubekir’den daha üstün olduğun izlenimi
bıraktı. Gerçek şu ki sen Ebubekir’in yarısı etmezsin.
-Nasıl yarısı etmiyor muşum?
-Rasulullah orduyu yola çıkarıp yardım istediğinde sen servetinin
yarısını vermiştin. Ebubekir ise servetinin tamamını vermişti…
Kıssadan hisse demiştik. Herkes bir hisse çıkarırsa çok hisse ortaya
çıkar. Kısacası Hz. Ömer’ler göçüp gittikten sonra adaletin kuyusu kurutuldu.
Ocağına incir ağacı dikildi. Kimin ileriye dönük bir binayı inşa etme düşüncesi
varsa, belirlediği hedefleri gerçekleştirme arzusu varsa, binasını adalet
temelinde inşa etmelidir. Yoksa bu bina prefabrik bir bina olur…
Eğer zalim arkasına bakıp güçlü ve kalın bir ordu görüyorsa aklından
çıkarmamalıdır ki “Her şey en ince yerinden zulüm en kalın yerinden kopar”
Konumuzu imamın her hafta hutbede okuduğu sözlerin en güzeli Kur’an-ı
Kerim’in şu ayeti ile bitirelim. “Muhakkak Allah, adaleti ve iyilik yapmayı
emreder”
Yazımız bitti ama söylemesem içimde kalacak. Zulümlerden şikâyetçi
mazlumların ellerine hüküm geçtiğinde onların da birer zalim kesildiğini bilmem
sizin de dikkatinizi çekmiş mi? Neden böyle oluyor, hiç düşündünüz mü? Bunun
cevabı; mazlum zalimi anlıyor, ama zalim mazlumu hiç anlamıyor, olabilir mi?
Yine bir soru ortaya çıktı. Bu iş karıştırılınca sorular peş peşe geliyor.
İyisi mi bir son vermek.