Mübarek 3 aylar ve özellikle Ramazan
ayında insanın daha fazla ibadet ve duaya yönelmesi sebebiyle duanın insan üzerindeki
etkisine ilişkin konuşan Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, duanın aslında kapı çalmak olduğunu, insanın kendisini
güçsüz, zayıf, çaresiz, yetersiz hissettiği zaman bağlanma ihtiyacı
hissettiğini söyledi.
"DUA
MANEVİ SIĞINAKTIR"
Tarhan, "İnsanın yaşam
piramidinde, özellikle Maslow'un psikososyal ihtiyaçlarını gösteren piramitte
ikinci sıradadır. Birinci sırada da yemek, içmek, barınmak gibi ihtiyaçlar var.
İnsan sosyal bir varlıktır. Tek başına yaşamaya göre yaratılmamıştır. Bu
nedenle gücü kontrol edebildiği şeyler oluyor ama bazı durumlarda kendisini çok
güçsüz, zayıf, çaresiz hisseder. Bu tür durumlarda kişi zihinsel bir
sığınağının, koruyucu melek inancının olması, yüksek bir güce inanıp bağlanması
ve ondan yardım istemesi yalnız olmadığını hissettiriyor. Hayatına anlam
katıyor ve teselli ediyor. Özellikle kişinin zayıf ve çaresiz kaldığı, gücünün
yetmediği, ölüm ve doğal afet gibi konularda dua, kişi için ciddi bir zihinsel,
manevi sığınaktır. Akla yakın sağlam inancı varsa da dua onun evrende yalnız
olmadığını hissettirerek manevi dayanaklılığını arttırır." dedi.
Sınırsız ihtiyaçla karşısında
sınırlı gücü olan insan dua ile güç bulur
Türkçeye psikolojik sağlamlık veya
yılmazlık (Psychological Resilience) diye çevrilen bir kavramın olduğunu
hatırlatan Tarhan, "Bu kavramda kişinin yaşadığı bir olay veya musibet onu
için dayanıklılık sebebi oluyor. Kişinin yaşadığı acıya dayanabilmesi için
ümitsizliğe düşmemesi ve kendisini güvende hissetmesi gerekir. Güven ve ümit
duygusu için dua böylesi durumlarda 'her şeyi bilen, kontrol eden, kalbinden
geçeni, zihnindeki hatıraları bilen yüksek bir güç var. Şah damarımdan yakın
bir irade var' diye düşündüğünde güven duygusunu kazanmış olur. Bu güveni
kazandığı zaman da korkusu azalır ve yoluna daha kolay devam edebilir. Yoksa
aşırı korku kontrolü kaybettirir, kalp krizi geçiriyor hissi verir. Ölecekmiş
gibi hisseder. O his ile vücut fizyolojisi de bozulur. Mesela bana bir iş adamı
gelip 'milyar dolarlık bütçe yönetiyorum ama tansiyonumu yönetemiyorum'
demişti. Biz de ona 'vücudun senden daha akıllı. Vücudunu yaratan senin
müdahale edip bozmaman için gücünün yetmediği konularda ne yapman gerektiği ile
ilgili uygulamamız gereken terapi teknikleri var' dedik. Çünkü kontrol gücü
yüksek olan bazı kişiler kendilerini yeryüzü tanrısı olarak görürler. Bazı
insanlarda kadiri mutlak duygusu varsa dua etmek istemez, secdeyi kabul
etmezler. Güçlerinin her şeye yettiğine inanırlar ama gücümüz her şeye yetmez.
İnsanoğlunun yaratılışında sonsuz ihtiyaçlar var ama kısıtlı gücü var. Diğer
canlıların ihtiyaçları ile güçleri dengelidir. İnsan evrene hükmetmek istiyor.
Psikolojik ve zihinsel ihtiyaçları sınırsız olduğu için sahip oldukları
ihtiyaçlarını karşılamaya yetmiyor. Yetmeyince de acı çekiyor. Böyle durumlarda
manevi yönü güçlü olan kişiler duayı ciddi bir temel ihtiyaç olarak hayatlarına
uygularlarsa ve her an acizliklerini kabul edip 'her şeyi bilen bir güç var ve
beni görüyor ve hayatımın son gününde olabilirim' diye yaşıyorsa ölümden
korkmaz. Dua aslında evreni yaratan ile manevi bir bağ kurmaktır. Böyle bir bağ
kuran kişi, psikolojik sağlamlık ve beden sağlığı açısından büyük bir avantaja
sahiptir." diye konuştu.
"ÖLÜM YOK
OLMAK DEĞİL, MEKÂN DEĞİŞTİRMEKTİR"
Tarhan, "Hayat olayları karşısında
dua etmeyi alışkanlık haline getirmiş çocuklar korku yönetimini daha iyi
yapıyorlar. Çocuğu ya korkular ya gerçekler yönetir. Anne baba çocuğa rehberlik
yapmalı. Anne babanın rehberliği olursa, doğru kılavuz olursa ölüm karşısında,
kontrol edemeyeceği şeyler karşısında yüksek bir güce sığınmayı öğretirse çocuk
bu süreci kolay aşıyor. Hatta babası vefat etmiş ve terapiye getirilen ilkokul
birinci sınıf bir çocuk vardı. Annesi, 'evladım! Baban uzun bir seyahate çıktı.
O gelmeyecek, biz ileride ona gideceğiz' diyordu. Bu ileride buluşacağız
demektir. Ölüm yok olmak değildir, mekân değiştirmektir. Gelecekte bir hayat
var ve orada buluşacağız. Annenin çocuğuna söylediği de bir çeşit duadır. Anne
bunu çocuğuna söyledikten sonra bir daha babasını sormamış." şeklinde
konuştu.
İnsanda diğer canlılarda olmayan 4
gen olduğunu, bunlara zihin üstü genler denildiğini belirten Tarhan,
"Bunlardan birisi anlam arayışı, bir, yeniliği arama, diğer, geçmiş ve
geleceği sorgulama, dördüncüsü de ölümü algılama genidir. İnsan dışında hiçbir
varlık öleceğinin farkında değildir. Sadece insan bunun farkındadır. Geçmiş ve
gelecek kaygısı insanın hayatını çok etkiliyor." dedi.
"3 AYLAR
HAYATIN ANLAMININ SORGULANMASI İÇİN FIRSATTIR"
3 ayların fırsat olarak görülüp
değerlendirilmesi gerektiğini de vurgulayan Tarhan, son olarak şu ifadeleri
kullandı:
"3 ayları her şeyin indirimli
olduğu fuarlar, panayırlar gibi görmek gerekir. Manevi ticaret ayları olarak
görülmeli. Bu aylar, manevi fırsat ve yatırım aylarıdır. Bu aylarda bire bin verilir.
Bu nedenle 3 aylar insanın dur, düşün, yeniden başla demesi için bir fırsattır.
Kendisini yenileme aylarıdır. Buna inovasyon eğitiminde yüzde 15 kuralı
diyoruz. Günün 10 saati çalışıyorsa 1,5 saatini 'bu işi neden yapıyorum?' diye
ayırması gerekir. Bu kutsal günlerde de hayat nedir? Anlam nedir? Niçin
yaşıyorum? Bu dünyada kalıcı mıyım, misafir miyim? Dünya bir oyun mu, gerçek
mi? Gerçek hayat bu dünya mıdır yoksa ölümden sonra gerçek hayat var mı?
Şeklindeki soruları sorması, hayatın anlamını sorgulaması için fırsatlar sunan
aylardır." (İLKHA)
0 yorum