Altmış yıllık “Devrim” rüyası gerçekleşti. Yıllardır
beklenen yerli arabanın prototipi sahalara indi. Ülke ve millet olarak
üzerimizdeki ölü toprağını atmanın, bu zorlu coğrafyada yeniden varı demenin
zevkli fakat bir o kadar da ağırlığını yaşamaktayız.
Tanzimattan beri kapıldığımız aşağılık kompleksini
üzerimizden atmanın, kurtarıcılardan kurtulmanın, devrim diye halkımıza
dayatılan yabancı istila prangalarını söküp atmanın heyecanını yaşamaktayız.
Ülkeyi
kurtarmak için geldiklerini söyleyenler yıllardır ülkenin gençliğinin zihnini
esir aldılar. Devrim dedikleri öncelikle en sadık neferlerini bir kenara attı.
Tek adam, milli şef ve dikta ile ülkeyi yönetme sevdasına kapıldılar. Ülkenin
ve milletin geçmişle, mukaddesatı ile bağlarını kopardılar. Milletin dini olan İslam’ı
kalplerden ve gözlerden uzak tutmak için ellerinden geleni yaptılar. Tiraf
etmek gerekir ki, büyük oranda başarılı oldular. Kendine, toplumuna, tarihine,
kültürüne yabancı bir nesil yetiştirdiler.
Kendilerine boyun eğmeyen liderleri türlü türlü oyunlarla el
aşağı etmeye çalıştılar. Bazılarını zehirlediler, bazılarını darbelerle indirip
etkisiz hale getirdiler. Küresel emperyalizmin temsilcileri ile bir olup kendi
insanına kin kustular. Sömürge valisi gibi hareket edip, kafalaını ve
idraklerini kiraladılar. Bunu da adına çağdaşlık, ilericilik, modernizm,
laikliği korumak dediler. Arkasına saklandıkları ideolojiler icat ettiler.
Maskeler takarak gerçek yüzlerini gizlediler. Ürettikleri çapsız
ideolojilerinin her derde deva olacağını söyleyip durdular. Aslında
düşmanlıkları tek bir şeye idi: O da İslam ve İslamı temsil ettiğini düşündükleri
liderlere idi.
1961 yılında başlayan Türkiye’nin yerli otomobil serüveni
ikinci “Devrim” ile taçlandı. Yıllardır montaj sanayii ile meşgul ettikleri ve
bu sayede kurdukları saltanat artık sallanıyor. Yaptırmamak için çok
çırpındılar. Ayak sürdüler, küçümsediler, ne gerek var, bizde var biz size
veririz dediler, siz bu işi yapamazsınız dediler. En sonunda kopya dediler,
karalamak için bin bir türlü kılıf bulmaya çalıştılar. Söyleyecek bir şey
bulamayanlar ise sustular. Sustular ki, millet onların iki yüzlüğünü bilmesin.
Sustular ki, millet günü geldiğinde söyleyeceklerini yüzlerine vurmasın.
Rahmetli Hocamız Necmettin Erbakan bu alanda büyük atılımlar
yaptı. Ufku geniş ve vizyon sahibi bir lider olan Erbakan Hocamız,
emperyalistlerin oyunlarını ve taktiklerini en iyi çözen liderlerin başında
geliyordu. Yerli idi, kalbi İslam Ümmetinin derdi ile atıyordu. Büyük hedefleri
vardı. Hacamızın hayali olan “Devrim” nihayet yola çıktı ve kendisini devirmek
isteyenlere bir kez daha “ben varım, buradayım, dimdik ayaktayım, sizin bütün
projelerinizi ve planlarınızı ayaklarımın altına alıyorum” diyerek bir ke daha
meydan okudu. Duruşuyla, çizgileriyle ben varım dedi.
Zaman ne gösterir bilemeyiz. İnşaallah bu proje kusursuz
ilerler ve diğer halkı Müslüman olan ülkelere de bir örnek olur. İslam Ümmetini
güçlenmesini istemeyenler bu tür projeleri engellemek için her türlü suikastı
yapmaya çalışacaklar.
İktidarın her icraatını eleştirmek yerine iyi olanları
desteklemek her vicdan ehli insanın görevidir. Çünkü Müslümanın görevi iyiliği
emredip kötülüğü nehyetmektir. Bunu zamanında yapmadığımız veya yapamadığımız
için bugün ümmet olarak çok zor günlerden geçiyoruz. Bunu aşmanın yolu da
tekrar İslam’a ve Kur’ana dönmektir.