Davet, kulluk mertebelerinin en şerefli olanıdır. Şeytanın tuzağına
düşmüşleri dünyevî hiçbir çıkar beklemeden kurtarmaya çalışmaktır. Cehennemin
yakıcı ateşine karşı bir uyarıcıdır. Yanlış yollara sapanları doğru yola iletmektir.
Çağın iletişim araçlarıyla birlikte diğer etkili araçlarını da vesile kılarak,
insanları doğruya yöneltmektir. Eşitliği, kardeşliği, adaleti, barışı, sevgiyi,
hoşgörüyü, toplumsal birlikteliği yeryüzüne yaymaktır.
Davet, dünyanın en hayırlı ve en faydalı mesleğidir. Fedakârlıktır,
samimiyettir, çıkarsız bir zahmet, muttakiler için rahmettir. Zorluklara
katlanma, musibetlere sabretmedir. Muhtelif yöntemlerle insanları hakikate
çağırmaktır. Tükenmekte olan bir ömre Allah Teâlâ’nın yardım ve inayetiyle ab-ı
hayat sunmaktır; ölmüş kalpleri diriltmektir. Karanlıktan aydınlığa, zilletten
izzete, küfürden imana, ilkellikten medeniyete doğru yürümektir.
Davet, davetçinin muhatabına sarfettiği üç-beş cümleden ibaret değildir
kesinlikle. Çünkü davet, tevhid önderleri Peygamberlerin ve onlardan sonra
gelen halifelerin hakkıyla yerine getirdiği ilahi bir işlevdir; dolaysıyla
davetçi için de “kutsal bir görev”dir.
Tevhid önderleri Peygamberler, hayatları boyunca gece gündüz ayırımı
gözetmeden insanları Allah’ın birliğine, ezeli ve ebediliğine davet
etmişlerdir. Muhataplarından herhangi bir karşılık beklememiş; mükâfatlarını
sadece yüce yaratıcıdan ummuşlardır. Muhataplarının kibirlerinden dolayı
davetlerine karşılık vermemesi, bu ilahi görevlerini yerine getirmelerine mani
olmamıştır.
Bu gerçek, 950 sene davet görevini yerine getiren ulu’l azm (azim sahibi)
Peygamberlerden Hz. Nuh (as)’ın hayatında görülmektedir: “De ki; ‘Ey Rabbim,
ben kavmimi gece gündüz davet ettim. Fakat benim çağırmam, sadece onların
kaçmalarını artırdı. Ve ben, onları bağışlaman için her davet ettiğimde onlar
parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, direndiler ve
kibirlendikçe kibirlendiler.” (Nuh/5-7)
Davetçi İçin ‘Siyaset’ Bir ‘Davet Alanı’dır
Peygamberlerin yolunu sürdüren ve İslamî hassasiyetleri her şeyden üstün
tutan Müslüman bir davetçi, her şart ve ortamda misyonunun yükümlülüklerini
hakkıyla yerine getirmeye çalışır. Bunu yerine getirirken çağın etkili
araçlarını da, İslamî kaideleri gözeterek kullanır.
Aslında davetçinin ne ile uğraştığı, nerde ve ne zaman ne iş yaptığı pek
önemli değildir. Önemli olan, kutsal bir görev mahiyetindeki daveti hakkıyla
yerine getirebilmesidir. Çünkü Kur’an’a hizmeti şiar edinmiş bir davetçi için
diğer tüm alanlar olduğu gibi ‘siyaset’ dahi bir ‘davet alanı’dır.
Siyasetle iştigal eden hassasiyet sahibi davetçilerin misyonuyla ilgili
en güzel tespiti Şehid Hasan el Benna yapmıştır. İmam el Benna, şunları
der: “Kardeşlerim! Kur’an sağımızda, sünnet solumuzda olduğu halde yola
koyulmuşuz. Gayemiz; insanları İslam’ın emir ve yasaklarına davet etmektir.
Bizim siyasetimiz bundan başkası değildir. Tüm insanlık şahit osun ki, biz
böyle siyasileriz. Kardeşlerim! İslam, iki dünya mutluluğunu garantileyen bir
siyasete sahiptir. İşte siyasetimiz onun ta kendisidir.”
İslam'ı ölçü alarak ‘Siyasete İslamî renk katma’ hedefi ve ‘adaleti
yeniden tesis etme’ düsturuyla çalışmalar yapan Hür Kadroların yüklendikleri
misyon ve yaptıkları siyaset de, insanları İslam’ın emir ve yasaklarına davet
etmeyle beraber; temsilden yoksun insanların sözcüsü olmak, insanların sorun ve
sıkıntılarıyla hemhal olmak, dağılmış safları birleştirmek, yanlışları
düzeltmek, milletin ve memleketin maslahat ve menfaatini gözetmek, topluma
fayda sağlayacak çözümler üretmek ve ülkenin özlemle beklediği ‘adil siyaset’
yapmak, ayrıca politik cedelleşmeden uzak durarak siyasette davetçinin
misyonunun nasıl olması gerektiğini topluma öğretmektir.
Hür davetçilerin/hür kadroların siyasi alanda muvaffakiyetlerini görmek
temennisiyle...