Arınma,tezkiye ve tövbe ayı olan
mübarek Ramazan ayına giriyoruz elhamdülillah..
Hak ve batılı birbirinden ayıran
yüce Kur-an’ın/Furkan’ ın nazil olduğu kutlu aya... Bu vesileyle yüce Allah’ın
(c.c) razı olduğu ihlâslı-has kullar zümresine dahil olmak için gayret edenler
ve bu uğurda azimle, sebatla yol almaya niyet edip, disiplinli bir arınma
sürecine samimiyetle girmeye talip olanlar için, Ramazan ayı muazzam bir
fırsattır hiç kuşkusuz.
Fakat bu ‘arınmaya,temizlenmeye
ilk olarak nereden başlayacağız’ sorusu, muhakkak ki bu arınma yoluna revan
olmaya talip her insanın aklına takılıyordur sıklıkla...
Zihnimizden mi?
Ruhumuzdan mı?
Gözümüzden mi?
Sözümüzden mi?
Elbette bu şekilde daha çok seçenek
eklenebilir bu listeye..
Ancak arınmak için ilk olarak işe
“özümüzden” başlamak en isabetli başlangıç olacaktır.
Yani nefsimizden,
benliğimizden...
Bugün yeryüzündeki her soruna ve
sıkıntıya, sosyolojik ve psikolojik buhranlara,ikili ve toplumsal ilişkilerdeki
tıkanmışlıklara, tükenmişliklere neden olan “benlik davası” değil midir?
İnsanoğlunun yeryüzündeki verdiği
irili ufaklı tüm savaşların kaynağı “benlik kavgası” değil midir?
İnsanoğlunu hızla narsist
bireylere çeviren, anlayıştan,merhametten, diğerkâmlıktan soyutlayan “benlik
sevdası” değil midir?
Bizi,sizi,onu,bunu,şunu
eleştirip, tüm sorunların sebebi olarak göstermek yerine, “ben’i” masaya
yatırıp, neşteri atmak, analiz etmek, zaaflarını tespit etmek, hastalıklarını
teşhis etmek daha hakkaniyetli bir yaklaşım olmaz mı,mesela..
Meşhur bir söz var ya; ‘herkes
kendi evinin önünü süpürürse, sokak,mahalle tertemiz olur’ diye..
Aynı bu misal gibi; herkes kendi
benliğini,nefsini,özünü temizlerse bu minvalde arıtırsa, dünya tertemiz olur,
arınır...
Bu nedenle bemen her konuda,
“önce ben ben”demek yerine, arınmaya “önce ben’den” başlamak çok salim bir
karar olacaktır..
“İşte mahiyetini şu tarzda bilen
ve iz’an eden ve ona göre hareket eden beşaretinde dâhil olur. Emaneti bihakkın
eda eder. Ve o enenin dürbünüyle, kâinat ne olduğunu ve ne vazife gördüğünü
görür. Ve âfakî malûmat nefse geldiği vakit, enede bir musaddık görür. O ulûm,
nur ve hikmet olarak kalır. Zulmet ve abesiyete inkılab etmez.
Vaktâ ki ene, vazifesini şu
suretle îfa etti; vâhid-i kıyasî olan mevhum rububiyetini ve farazî
mâlikiyetini terk eder. der. Hakiki ubudiyetini takınır. Makam-ı “ahsen-i
takvim”e çıkar.
Eğer o ene, hikmet-i hilkatini
unutup vazife-i fıtriyesini terk ederek kendine mana-yı ismiyle baksa, kendini
mâlik itikad etse o vakit emanette hıyanet eder olur. İşte bütün şirkleri ve
şerleri ve dalaletleri tevlid eden enaniyetin şu cihetindendir ki semavat ve
arz ve cibal tedehhüş etmişler, farazî bir şirkten korkmuşlar.
Evet ene; ince bir elif, bir tel,
farazî bir hat iken mahiyeti bilinmezse tesettür toprağı altında neşv ü nema
bulur, gittikçe kalınlaşır. Vücud-u insanın her tarafına yayılır. Koca bir
ejderha gibi vücud-u insanı bel’ eder. Bütün o insan, bütün letaifiyle âdeta
ene olur.
Sonra nev’in enaniyeti de bir
asabiyet-i neviye ve milliye cihetiyle o enaniyete kuvvet verip o ene,
enaniyet-i neviyeye istinad ederek şeytan gibi Sâni’-i Zülcelal’in evamirine
karşı mübareze eder.
Sonra kıyas-ı bi’n-nefs suretiyle
herkesi, hattâ her şeyi kendine kıyas edip Cenab-ı Hakk’ın mülkünü onlara ve
esbaba taksim eder. Gayet azîm bir şirke düşer. mealini gösterir.”(30.Söz-Ene
bahsi)
Rabbimizin bizlere bahşettiği
arınma, şuurlanma,bu doğrultuda ihya ve inşa olma ayı olan Ramazan ayının, her
birimiz için, benliğimizi terbiye ve tezkiye edeceğimiz bir fırsat olması
duasıyla...