Hasankeyf, Batman il merkezine 37 kilometre uzaklıkta, Raman dağlarının güney eteklerinde, hayat veren Dicle Nehri'nin iki yakasına kurulmuş olan bu kadim kent, on bin yıllık kesintisiz bir yerleşime ev sahipliği yapmıştır. Hasankeyf'in destanı, stratejik konumu nedeniyle imparatorlukların sürekli çatışma ve ticaret odağında kalmasıyla yazılmıştır; ancak bu destan, modern zamanların enerji ihtiyacı ve baraj projeleri karşısında dramatik bir finale ulaşmıştır: sular altında kalmak.
Bugün, Hasankeyf’in yüzeyi değişmiş olsa da, kent, hem sular altında yatan görünmez mirası hem de modern mühendislik harikalarıyla yeni yerleşim yerine taşınan anıtlarıyla tarih ve ilerleme arasındaki gerilimin küresel bir sembolü haline gelmiştir. Bu rapor, kentin kökenlerinden, stratejik coğrafyasından, Artuklu altın çağından ve son olarak anıtsal göç serüveninden çıkarılan her bilgiyi detaylıca incelemektedir.

İsimlerin Sırrı: "Kifos"tan "Hasankeyf"e
Hasankeyf'in isminin kökeni, onun coğrafi kimliğini, yani bir kaya kalesi olma özelliğini doğrudan yansıtmaktadır. Kentin tarihçesi, genel tahminlere göre 10.000 yıl öncesine kadar uzanmaktadır. Erken dönemlerde bölgeye hakim olan Süryani dilinde, yerleşim için "Kifos" ve "Cepha" gibi adlar kullanılmıştır.Bu Süryanice kelimelerin her ikisi de ‘kaya’ veya ‘kale’ anlamına gelmektedir.
Bu isimlendirme, kentin stratejik fonksiyonunun binlerce yıl boyunca nasıl sabit kaldığını gösteren çarpıcı bir kanıttır. MS IV. yüzyılda, Roma İmparatoru II. Konstantinos (337-361), Sasanilere karşı yürüttüğü mücadeleler sırasında Hasankeyf’in bulunduğu bölgeye sağlam bir kale inşa ettirmiştir. Bu tahkimata ‘Cepha’ adını vererek, kenti bölgenin askeri ve idari merkezi konumuna getirmiştir. İsim, ister Süryanice ‘Kifos’ ister Romalıların tahkimatına verdiği ‘Cepha’ olsun, coğrafyanın sunduğu doğal savunma mekanizmasını—defansif kayalıkları—esas almıştır. Tarih boyunca sürekli değişen yönetimlere rağmen, kentin adı, bulunduğu kaya kütlesi tarafından dikte edilen askeri ve lojistik işlevselliği yansıtan bir tanım olarak kalmıştır.
Öte yandan, kentin erken dönem tarihçesinde hâlâ netlik kazanmamış boşluklar bulunmaktadır. Bazı kaynaklar, Yeni Asur Dönemi'nde (MÖ 884-859) II. Assurnasibal'in Yukarı Dicle Havzası'ndan bahsederken geçen "Kipani" adının Hasankeyf olabileceğini ileri sürmüştür; ancak bu ismin genel olarak bir bölgeyi mi yoksa doğrudan Hasankeyf'i mi işaret ettiği kesinlik kazanmamıştır.

Dicle’nin Yumuşak Yüzü: İklim ve Ekolojik Rol
Hasankeyf'in on bin yıl boyunca varlığını sürdürmesinin anahtarı, Dicle Nehri’nin sadece bir su kaynağı olarak değil, aynı zamanda hayati bir iklim regülatörü olarak üstlendiği rolde yatmaktadır. Dicle, bölgenin iklimini doğrudan etkileyerek kış aylarının nispeten ılıman geçmesini sağlamıştır.
Bölgenin iklim verileri, bu ılıman etkinin somut sonuçlarını göstermektedir. Ortalama sıcaklık 25°C civarında seyrederken, en yüksek sıcaklıklar 40-43°C aralığında, en düşük kış ortalaması ise 6-8°C arasında değişmektedir. Bu veriler, aşırı sert kışların yaşanmadığını ve tarım ile yerleşik yaşam için elverişli bir mikroiklimin varlığını ortaya koyar. Kentin kuruluşu ve Artuklular döneminde ulaştığı refah seviyesi, büyük ölçüde savunmaya elverişli kayalıkların ve Dicle Nehri'nin yarattığı bu ılıman, sürdürülebilir ekolojik koşulların birleşimi sayesinde mümkün olmuştur. Bu coğrafi avantajlar, Hasankeyf'in uzun ömürlü bir medeniyet beşiği olmasını sağlamıştır.

Nüfusun Coğrafi Dağılımı ve Demografik Yapı
Hasankeyf’in demografik yapısı, sular altında kalma sürecinde yaşanan kültürel kayıp ve yeniden yerleşim bağlamında kritik bir öneme sahiptir. Batman'a bağlı bir ilçe olan Hasankeyf'te nüfus yoğunluğu oldukça düşüktür: 24,23 Kişi/km².
Bu düşük yoğunluk verisi, nüfusun fiziki olarak Yeni Hasankeyf’e taşınma operasyonunun lojistik zorluğunu teorik olarak azaltmış olsa da, tarihi merkezin kadim sosyal dokusunun çözülmesinin yarattığı şokun boyutunu küçültmemektedir. Kentin tarih boyunca sahip olduğu muazzam kültürel ve mimari mirasın kaybedilmesinin etkisi, nüfusun sayısal büyüklüğünden bağımsızdır. Demografik analizler, Yaşlı/Genç oranı, Kadın/Erkek oranı ve yaşa göre nüfus dağılımı gibi detaylı verilerin mevcut olduğunu göstermektedir. Bu yapıyı anlamak, eski şehirde yaşayan az sayıdaki insanın yerinden edilme şokunu ve Yeni Hasankeyf’te kurulan topluluğun gelecekteki sosyal dokusunu sağlıklı bir şekilde analiz etmek için hayati önem taşımaktadır. Topluluğun hangi yaş ve cinsiyet gruplarından oluştuğu, kültürel aidiyetin aktarımında yaşanacak zorlukları da belirleyici olacaktır.
Antik Sınır Çatışmaları ve Sasani Mührü
Hasankeyf’in tarihi, sürekli olarak iki büyük imparatorluğun, Roma/Bizans ve Sasanilerin sınır mücadelesine sahne olmuştur. MS 4. yüzyıl boyunca süren bu hakimiyet çatışmaları , kentin askeri strateji açısından merkezi bir karakola dönüştüğünü kanıtlar.
Uzun süre boyunca, tarihi kaynaklarda bu mücadele bilinse de, arkeolojik verilerle tam olarak doğrulanamamıştı. Ancak 2018 yılı kazı sezonunda, İmam Abdullah Camii çevresinde gerçekleştirilen çalışmalarda, bölgede benzerine rastlanmayan dağ keçisi betimli bir Sasani mührü ele geçirilmiştir. Bu mühür, tipolojik özelliklerinden ziyade tarihi kaynaklardaki bilgilerle ilişkilendirilmiş ve Sasanilerin kenti ele geçirdiği döneme, yani MS VII. yüzyılın başına tarihlendirilmiştir. Bu bulgu, Hasankeyf'in sadece bir yerleşim değil, imparatorlukların gücünün çarpıştığı, aktif ve kritik bir sınır karakolu olduğunu madden kanıtlayan somut bir delil sunmaktadır.

Altın Yüzyıllar: Artuklu ve Eyyubi Dönemleri
Hasankeyf, fethinin ardından MS 639 yılında Emeviler tarafından ele geçirilmiş ve sonrasında Abbasiler, Hamdaniler, Mervaniler gibi farklı yönetimlere ev sahipliği yapmıştır. Ancak kent, en parlak ve kültürel açıdan en zengin dönemini Artuklular döneminde (1102-1232) yaşamıştır. Bu dönemden kalan pek çok önemli tarihi eser, Hasankeyf'in merkezinde mevcuttu.
Artuklulardan sonra, kente Eyyubiler (1232-1516) hakim olmuş , ardından da Osmanlılar yönetimi ele geçirmiştir. Bu yönetim zinciri, kentin kültürel ve mimari gelişiminde sürekliliğin korunmasına olanak tanımıştır. Özellikle Artuklu ve Eyyubi dönemleri, kentin camileri, türbeleri ve köprüleriyle mimari bir başkent haline geldiği yüzyılları temsil eder.
Bu çok katmanlı yönetim geçmişini netleştirmek amacıyla, Hasankeyf'e hükmeden başlıca medeniyetler ve dönemleri aşağıdaki tabloda özetlenmiştir:
Hasankeyf’e Hükmeden Başlıca Medeniyetler ve Dönemleri
|
Medeniyet/Dönem |
Yaklaşık Tarih Aralığı |
Stratejik Rol ve Önemli Gelişmeler |
|
|
Roma/Bizans - Sasani |
MS 2. - 7. Yüzyıllar |
Kritik sınır kalesi ("Cepha"), askeri tahkimat, Sasani mührü |
|
|
Emeviler ve Erken İslam |
MS 639 sonrası |
Fetih ve İslami yönetim başlangıcı |
|
|
Artuklular |
1102 - 1232 |
En Parlak Dönem, merkeze ait pek çok tarihi eser |
|
|
Eyyubiler |
1232 - 1516 |
Kültürel süreklilik ve yönetim |
|
|
Osmanlılar |
Sonrası |
Yönetim |

Ilısu Barajı ve Göç
Hasankeyf’in sular altında kalma serüveni, modern Türkiye’nin enerji ve su politikalarının kaçınılmaz bir sonucudur. Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santrali Projesi, bölgenin enerji ihtiyacını karşılamak ve su kaynaklarını yönetmek amacıyla tasarlanmış büyük bir altyapı girişimiydi. Bu projenin tamamlanması, tarihi Hasankeyf yerleşiminin büyük bir kısmının su altında kalması anlamına geliyordu.
Uluslararası alanda yarattığı tartışmalara rağmen, devlet, tarihi varlıkların tamamen kaybolmasını önlemek için benzersiz ve maliyetli bir koruma kararı aldı: Kritik öneme sahip anıtların yeni yerleşim yerine bütün olarak taşınması. Bu karar, projenin sadece teknik bir zorunluluk değil, aynı zamanda kültürel mirası kurtarma çabası olarak da algılanmasını sağlayan zorlu bir felsefeyi temsil ediyordu.
Anıtların Kurtarılması
Hasankeyf'in ikonik eserlerini kurtarmak için bilimsel ve mühendislik açıdan nadir görülen "Tek Parça Halinde Taşıma Yöntemi" seçilmiştir. Bu yöntem, anıtların yapısını bozmadan, bütünlüğünü koruyarak kilometrelerce uzağa taşınmasını gerektiriyordu. Bu operasyon, Türk mühendislik ve kültürel koruma tarihindeki en büyük girişimlerden biri olarak kayıtlara geçmiştir.
Taşıma projesinin öncü eseri, 15. yüzyıl Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın oğlu için İranlı mimar Pir Hasan tarafından yaptırılan Zeynel Bey Türbesi olmuştur. Türbe, 1.150 tonluk devasa bir ağırlığa sahipti. Bu ağırlık, 8 adet SPMT ("Kendinden Tahrikli Modüler Taşıyıcı") adı verilen yüksek teknolojili araçlar kullanılarak dengelenmiş ve taşınmıştır.
Türbe, Yeni Hasankeyf Kültürel Park alanına taşınan ilk eser olarak projeye bir meşruiyet ve güvenilirlik kazandırmıştır. Tüm taşıma işlemi, yüksek bir hassasiyetle yönetilmiş; türbe sadece 3 saat 55 dakika süren bir operasyonla yeni yerine ulaştırılmış ve üç gün sonra zemine yerleştirilmiştir. Bu zaman ve ağırlık verilerinin kamuoyuyla paylaşılması, projenin uluslararası eleştirilere karşı teknik yeterliliğini ve kültürel sorumluluğunu kanıtlama çabasını vurgulamaktadır.
Zeynel Bey Türbesi’nin yanı sıra, Er-Rızk Camii ve Hamam gibi diğer önemli tarihi yapılar da bu teknikle taşınmıştır. Bu eserlerin taşıma detayları hakkında Zeynel Bey Türbesi kadar detaylı spesifik veri bulunmasa da, onların da Yeni Hasankeyf'in yeni yüzünü oluşturduğu bilinmektedir.

Taşıma Projesi Teknik Detayları (Anıtsal Göç)
|
Eser Adı |
Ağırlığı |
Taşıma Yöntemi |
Taşıma Ekipmanı |
Taşıma Süresi |
Konumlandırma Önceliği |
|
|
Zeynel Bey Türbesi |
1.150 ton |
Tek Parça Halinde Taşıma |
8 adet SPMT |
3 saat 55 dakika |
Yeni Hasankeyf'e Taşınan İlk Eser |
|
|
Er-Rızk Camii |
Belirtilmemiş |
Muhtemel Tek Parça |
Muhtemel SPMT |
Belirtilmemiş |
Yüksek Öncelikli Taşınan Eser |
|
|
Hamam |
Belirtilmemiş |
Muhtemel Tek Parça |
Muhtemel SPMT |
Belirtilmemiş |
Yüksek Öncelikli Taşınan Eser |
Yeni Yaşam Alanı ve Taşıma Sonrası Kurulum
Eski Hasankeyf’in sular altında kalmasıyla birlikte, bölge sakinleri ve kültürel varlıklar, Batman'da kurulan Yeni Hasankeyf yerleşkesine ve Kültürel Park alanına taşınmıştır. Bu yeni park, sadece bir yerleşim yeri olmanın ötesinde, taşınan anıtların (Zeynel Bey Türbesi, Er-Rızk Camii, Hamam) yeni bir bağlamda sergilendiği ve Dicle manzarasına hakim bir şekilde konumlandırıldığı devasa bir açık hava müzesi görevi görmektedir.
Örneğin, Zeynel Bey Türbesi alanında yapılan arkeolojik kazılar neticesinde bir külliyenin varlığı tespit edilmişti. Yeni Hasankeyf Kültürel Parkı’nın gelecekteki misyonu, taşınan eserlerin bu tarihi bütünlüğü ve çevresel bağlamı ne ölçüde yansıtabileceği üzerine kuruludur.
Tarihin Işığına Çıkanlar: Hasankeyf Müzesi’ndeki Keşifler
Baraj sularının yükselmesi tehdidi altında gerçekleştirilen acil kurtarma kazıları, Hasankeyf’in çok katmanlı tarihini beklenmedik bir şekilde derinleştirmiştir. Normal arkeolojik süreçlerde bu denli derin katmanlara inmek zaman alabilirken, kriz ortamı arkeologları daha hızlı ve odaklanmış çalışmaya zorlamıştır.
Bu zorunlu kazılar sonucunda, Hasankeyf Müzesi'nde yeni bir döneme ışık tutan eserler sergilenmeye başlanmıştır. Toplam 79 kaya mezarından çıkarılan 26 adet tarihi eser, ilk kez ziyaretçilere açılmıştır. En dikkat çekici yanı, bu eserlerin Artuklu ya da Eyyubi dönemine değil, Helenistik ve Pers dönemine ait olmasıdır—yani yaklaşık 2.300 yıllık bir geçmişi temsil etmektedirler.
Bu buluntular arasında “göz alıcı takılar”ın yer alması, Hasankeyf'in bilinen tarihi anlatısını büyük ölçüde genişletmiştir. Kentin kamuoyundaki ana anlatısı genellikle Orta Çağ’daki İslam başkentliği ve Artuklu altın çağı etrafında dönerken, Helenistik ve Pers dönemi eserlerinin ortaya çıkması, Hasankeyf'in çok daha erken antik dönemlerde de Mezopotamya’nın batı sınırında önemli bir stratejik ve kültürel merkez olduğunu kanıtlamaktadır. Bu keşif, kültürel kaybın ortasında elde edilen beklenmedik ve değerli bir tarihsel kazanımı temsil eder.

Hasankeyf'in Çok Katmanlı Kimliği: Korunan Hafıza ve Yeni Turizm
Hasankeyf, bugün bir geçmiş zaman şehri ve modern bir mühendislik zaferi olarak ikili bir kimlikle varlığını sürdürmektedir. Gelecekteki kimliği, sular altında kalan kayıp şehir ile SPMT’ler yardımıyla kurtarılan ve Kültürel Park’ta yeniden hayat bulan anıtlar arasındaki sürekli diyalogla tanımlanacaktır. Bu, sadece tarihi bir yerleşim yerinin değil, aynı zamanda bir hafızanın da korunması çabasıdır.
Dicle Nehri'nin rolü de kökten değişmiştir. On bin yıl boyunca bölgenin iklimini ılımanlaştıran ve yaşamı sürdüren bir nehir olmaktan çıkarak, baraj gölü aracılığıyla modern Türkiye’nin enerji ihtiyacını karşılayan devasa bir su kütlesi ve yeni bir peyzaj unsuru haline gelmiştir. Artık Hasankeyf’i ziyaret edenler, hem Dicle'nin yarattığı bu yeni göl manzarasını hem de kıyıya yeniden kurulan tarihi dokuyu gözlemlemektedir.

Yeni Hasankeyf'in Küresel Turizmdeki Potansiyeli
Yeni Hasankeyf, eşsiz bir küresel miras merkezi olma potansiyeli taşımaktadır. Bölge, artık sadece Artuklu ve Eyyubi döneminin zengin mimarisine ev sahipliği yapmakla kalmamakta; aynı zamanda:
1. Teknik Mucizenin Sergilendiği Alan: 1.150 tonluk Zeynel Bey Türbesi’nin Tek Parça Halinde Taşıma Yöntemi ile taşınmasının teknik başarısı, modern koruma çabaları ve kriz yönetimi açısından uluslararası ilgi odağıdır.
2. Derin Tarihsel Keşif Merkezi: Müze, acil kurtarma kazıları sayesinde ortaya çıkarılan 2.300 yıllık Helenistik ve Pers dönemine ait eserler ile Hasankeyf’in bilinen tarihini derinleştirmekte ve arkeoloji meraklıları için yeni bir çekim merkezi oluşturmaktadır.
Bu iki unsurun birleşimi, Yeni Hasankeyf'i sadece bir yerleşim yeri değil, aynı zamanda büyük bir kültürel fedakârlık ve olağanüstü mühendislik başarısının hikayesini anlatan, bölgesel ve uluslararası düzeyde önemli bir turizm destinasyonu haline getirmektedir. Hasankeyf, sular altında kalmasına rağmen, teknoloji ve azim sayesinde mirasının büyük bir kısmını geleceğe taşımayı başarmış, on bin yıllık hikayesine modern bir bölüm eklemiştir.





