Fakir, yoksul, yoksul ve musibete duçar olan insanlara
yardım etmek, sıkıntılarıyla ilgilenmek, dertleriyle dertlenmek, sorun ve
problemlerini çözmek; İslami yükümlülük bir yana, insani bir görevdir. Bu
insani görevi yerine getirmek isteyen vicdan sahibi kişiler, yardıma
muhtaç olanlara ellerinden geldiğince yardımlarda bulunur, dert ve
sıkıntılarını, sorun ve meselelerini çözerler. Başlarına gelen musibetlerden
daha çabuk kurtulmaları için imkânları dâhilinde onlara yardımcı olurlar.
Kimileri, bunları sadece insani bir görev olarak
gördüğü için, kimileri de hem insani bir görev hem de İslami bir yükümlülük
olduğu için yerine getirir. Bu iki durumda da daima veren el alan elden
üstündür. Tabi bunu hem insani hem de İslami bir yükümlülük olduğu düşüncesiyle
yerine getirmek, elbette ki Allah nazarında daha fazla takdire şayandır.
İnsan yeter ki rıza-ı ilahi için bir şeyler yapsın,
yardımlarda bulunsun, zorda kalmışların yükünü hafifletmek adına elini taşın
altına koysun, yolda kalmışlara ilahi sorumluluğu gereği rahmet elini uzatsın,
hayata karşı umutsuz olanlara bir umut ışığı yaksın; işte o zaman Allah-u
Teâlâ, o insandan razı ve hoşnut olacaktır. Zaten bu da bir Müslüman’ın
hayatındaki en büyük hedef değil midir? Evet, Allah’ı
razı edip hoşnutluğunu kazanmak bir Müslüman ferdin hayatındaki en büyük
hedeftir.
Madem bir Müslüman’ın hayatındaki en büyük hedef
rıza-ı ilahi’dir; o halde neden kimi Müslümanlar bu hedeften uzaklaşmak için
başka yollara başvururlar? Allah’a yaklaştıracak onca amel varken, İslam
davasına tutunmak, sünnete sarılmak, kötülüklerden sakınmak söz konusuyken,
ilahi hedeften uzaklaşmak da neyin nesidir! Olsa olsa bu; Allah’ın sonsuz
rahmetinden umudunu kesmiş, huzur ve mutluluğu dünyanın geçici zevklerinde
bulacağını sanmış bedbahtların işi olur.
Allah’ın emir ve yasaklarını eksiksiz yerine getiren
ve rahmetinden hiçbir dem umudunu kesmeyenler ise, dünyanın geçici zevklerinde
kendini kaybetmezler. Şeytan ve avanelerinin telkinlerine uymazlar. Açıklığı,
sapıklığı ve fuhşiyatı yaygınlaştırmak için mücadele edenlerin oyununa alet
olmazlar. Yoldan sapmışların ve yolunu kaybetmişlerin yürüdükleri fasit yoldan
yürümezler. Zalimler ile aynı safta ve aynı masada yer almazlar. Mazlum ve
mustazafların aleyhine olacak hiçbir anlaşmaya taraf olmazlar. İslami yaşamı
şiar edinmişleri hiçbir ortamda eleştirmez ve töhmet altında bırakmazlar.
Ancak; kendilerine, sevenlerine ve inandıkları
değerlere karşı saldırı ve haksızlık yapıldığında ise, İslami çerçevede
haklarını ararlar. Her işlerinde, Kur’an ve sünneti yol güzergâhı yaparlar.
Kur’an’da emredilenlere harfiyen uyarlar. Allah adına, İslam’a ve Müslümanlara
yardım etmeyi kutsal bir görev sayarlar. Muhtaçlara, fakirlere, yoksullara
yardım etmeyi, sorun ve sıkıntılarını gidermeyi, onlar ile zenginler
arasında köprü olmayı Allah’ın emri sayarlar. Bunların hepsini ve çok daha
fazlasını Allah'ın rızasına nail olmak için yerine getirirler. Bilirler ki bu sorumlulukları yerine
getirdiklerinde Allah-u Teâlâ onlardan razı olacaktır.
Bir de bunları yerine getirdiklerinde tek başlarına
değil de; yoksulların tükenmez umudu, fakirlerin sönmez ışığı, yetimlerin
sığınağı, biçarelerin gıda bankası ve ihtiyaç sahiplerinin 'iyi ki varsınız'
dedikleri hayır kuruluşlarının çatısı altında, 'birlikte yapılan hayırlı
işlerde rahmet vardır' düsturuyla yerine getirirler. Bu da onları
hayatlarındaki en büyük hedefe biraz daha yaklaştırır. Rabbim bizlere de
hayatımız boyunca asıl hedef uğruna mücadele etmeyi nasip etsin.