Kemalist sistem durumdan
haberdardı. Kıyamı doğmadan boğmak için Piran’da bir provokasyon sahneye
kondu. Şeyh Said’in ilmek ilmek dokuduğu ve 1926’da başlaması öngörülen
kıyam erken doğuma zorlandı.
13 Şubat
1925 tarihinde, Dara Hênê (Hani) vilayetinin Eglê (Eğil)
bucağına bağlı Pîran (Dicle) köyünde başlayan Şeyh Said kıyamı kısa bir
sürede üç koldan yayılmaya başladı. Kıyamın en büyük eksikliği askeri
önderliğin olmayışıydı. Miralay Halid Bey ve arkadaşlarının bir yıl önceden
gözaltına alınması askeri tecrübesi olmayan kıyam önderlerinin taktik ve
strateji geliştirmesini engelliyordu.
DİYARBAKIR MERKEZDE REJİMİN
PROVOKASYONU
Oysa karşıda bütün Bizans
oyunlarını bilen bir sistem vardı. Kıyamın Diyarbakır önlerinde durduruluşu acı
felaketi getirdi. Diyarbakır merkezde “Bıji Şeyh Said” sloganları ile hırsızlık
yapan, hatta namusa saldıran provokatörler rejim tarafından yönetiliyorlardı.
Ne var ki ahali çok da haberdar değildi bu durumdan. Bu provokasyon Diyarbakır
halkının Şeyh Said ve yarenlerine istenilen düzeyde yardım etmesini engelledi.
Kaldı ki silah techizat
eksikliği kıyamın başarısızlığının en büyük nedenlerinden biriydi.
Çevre illerden ele geçirilen
topları kullanabilecek hiç kimse yoktu. Bundan dolayı ele geçirilen ağır
silahlar tahrip ediliyordu. Bu silahlar Diyarbakır kuşatmasında
kullanılabilseydi belki de farklı bir tarih okuyor olacaktık.
Kemalist rejim kıyamı
olduğundan farklı aksettirebilmek için inanılmaz çabalar harcadı.
Medya günlerce sansür
uyguladı. Uzun müzakerelerden sonra rejim kıyama karşı uygulanacak stratejiyi
buldu. Avrupalılara kıyamın “dinci” bir isyan olduğu, iç kamuoyuna “bölücü”
olduğu telkin anlatıldı.
Her ne kadar resmi tarih
Şeyh Said’i İngiliz destekli addederek çarpıtmada level atlamışsa da hakikatte
olay şudur.
İngilizler hilafet düşüncesi
merkezli böyle bir kıyamın Güney Kürdistan’dan destek almasını engellemek için
sınıra ciddi bir sevkiyat yapmıştı. Barzan bölgesi Kürtleri, kıyamı duyunca
yardıma koşmak istemişlerdi ama İngilizler tarafından engellenmişlerdi. Keza
Suriye’de egemen olan Fransızlar da Kemalistlerle işbirliğine girmiş ve
trenlerle sınır bölgesine asker sevk etmiş ve Şeyh Said Suriye ve Irak
Kürtlerinden destek gelmesini önlemiştir.
PEKİ ŞEYH SAİD KÜRTÇÜ MÜYDÜ?
Şüphesiz bu konuda özellikle
PKK medyasının dezenformasyonu önemlidir. Şeyh Said Efendinin mahkemedeki
ifadeleri, gönderdiği mektuplar, mektuplardaki dil, kıyam boyunca “emirül
mücahidin” sıfatını kullanması kıyamın Kürtçülük kaynaklı olmadığını ıspata
yeterdi.
Bir defa kıyama
Diyarbakır/Ergani’deki Türk aileler ve aşiretler de destek vermiş lakin
Dersim’deki alevi Kürtler desteğini esirgemiştir. Şüphesiz yaşadığı coğrafyadan
dolayı Kürtlerden müteşekkil bir kıyamdır ama asla Kürtçü değildir. Zira
hareketin lider kadrosu ulemadır.. Nitekim mahkeme tutanakları aşağıda
verilecektir.
Hanımının engelleme
girişimine karşın Şeyh Said’in eşine söylediği şu sözler önemlidir
"Eğer ben ve bu
bastonum yalnız da kalsak ben yine de bunlara karşı çıkacağım. Ne ben Hz.
Hüseyin'den daha değerliyim ne de benim ailem onun ailesinden daha kıymetlidir.
Eğer ben bunlara karşı çıkmazsam zebaniler sarığımdan tutup beni cehenneme
atarlar, siz o zaman bana yardım edebilecek misiniz? Onlar bana demezler mi 'Ey
Said! Allah o kadar mal mülk verdi sana. Sen Allah için ne yaptın? Bunlar
Allah'ın emirlerini ayaklar altına almışlar. Evet ben cihada başladım ve
korkanlar, cihat edemeyecekler, hastalar gelmesinler. Bu yol korkakların yolu
değildir!"
Keza yargılama sürecinde
Şeyh’e sorulan neden isyan ettin sorusuna kıyam kitaba göre vacipti ifadesi,
Piran’da köye gelen alimlere seslenirken “Medreseler kapatıldı. Din ve Vakıflar
Bakanlığı kaldırıldı. Din mektepleri Millî Eğitim’e bağlandı. Gazetelerde
birtakım dinsiz yazarlar dine hakaret etmeye, Peygamberimize dil uzatmaya
cesaret ediyorlar. Ben bugün elimden gelse bizzat dövüşmeye başlar ve dinin
yükseltilmesine gayret ederim.” Sözleri durumu vuzuha kavuşturuyor aslında.
REJİMİN AMACI NEYDİ
Kemalist sistemin kıyamı
İngilizlik üzerinden dezenforme etmesi neticesinde ülkemizdeki resmi tarih
eğitiminde Şeyh Said isyanı tarafsız ve bilimsel değerlendirmeden
uzaktır.
1919 ile 1937 yılları
arasında önce İç Anadolu’da başlayan tedip ve tenkil kısa bir süre sonra Kürt
coğrafyasında kıyıma dönüşmüştü. Koçgiri, Ağrı, Sason,Dersim, Savur, Raman, Mutki,
Zeylan... bu isyanların tamamını dış bağlantılar üzerinden değerlendirmek
tarihe takla attırmaktır. Peki mesele neydi?
Kemalist sistem aşiret
sisteminden dolayı Kürtlerin yeni kurulan rejim için tehdit oluşturduğunu
öngörüyordu. Kürt coğrafyasındaki seyyidlik, şeyhlik ve medrese mekanizması
coğrafyayı dinamik tutuyordu. Rejim bu dinamizmi yok etmek ve kudretini
gösterme adına en kaba en sert yöntemlerle Kürdistan’da terör estirmiş
yüzbinlerce Müslümana korkunç acılar çektirmiştir.
Şeyh Said Efendinin mahkeme tutanakları
-İsyan hareketini nasıl
düşündünüz? Size ilham mı geldi?
-Hâşâ, ilham gelmedi.
Kitaplarda gördüm ki, imam şeriattan saparsa isyan vaciptir. Hükümete şeriat
sorununu anlatmak istedik. Hiç olmazsa bir kısmının uygulanmasını isteyecektik.
Allah-u Teala'nın kaderi beni bu işe düşürdü. İçine bir düştüm, bir daha
çıkamadım.
- Buyurdunuz ki, imam şeriattan
saparsa isyan vaciptir. Bunun şartı yok mu?
-Şartını bilmiyorum. Şer'an
vaciptir deniliyor.
-Bu halin imamdan
kaynaklanmasına bir Müslüman isyan eder mi?
-Benim niyetim böyle
değildi. Şeriye şartlarını uygulamazsa dedim.
-Demek ki siz, şeriattan sapma
olduğu için kıyam ettiniz. Amacınız ne idi?
-Kitap, kıyam vaciptir
diyor. Kitap, cinayet, zina, müskirat gibi durumları yasaklıyor. Hepimiz
Müslümanız. Türk, Kürt ayrımı yoktu.
-Şeyh Efendi, onları
bırakın. Özellikle kıyamın nedenini söyleyiniz.
-Piran' da bir olay oldu.
Çatışma çıktı. Bu da bana mal edildi. Hâlbuki ben teğmene üç defa rica ettim.
Adamlar nikâhları üzerine yemin etmişler, ısrar etmeyin dedim. Sonra sekiz
tanesini bırakmış, ikisini tutuklamışlar. Olay patlak verince ben köyden çıktım.
Sonra işin içine köylüler karıştı; ayaklanma başladı. Bir daha içinden
çıkamadım.
-Şeyh Efendi, Piran'a
gelmeden önce din meselesinden dolayı kıyamı düşünüyor muydunuz?
-Kalbimde düşünüyordum.
Fakat savaşla değil, broşürler yazıp meclise göndererek, yasaların şeriata
uygun düzenlenmesini istemeyi düşünüyordum.
-Niçin yapmadınız?
-Bu konuda önce bilimsel
araştırmalar yapayım dedim. Fakat kader beni Piran'a sürükledi. Piran olayı
çıktı; önünü alamadık.
-Şeriat uygulanmadığı için
isyanı çıkardınız, öyle mi?
-İmam eğer şeriatı
uygulamazsa dedim, bu, şeriata göre isyanın gerekçesidir. İsyan meydana
geldikten sonra, hiç olmazsa günahkâr olmayız dedim.
-Müslümanların kardeş
olduğunu söylediniz. Müslümanın Müslüman üzerine kıtal göndermesi caiz mi?
-Evet, birbirinin
kardeşidir. İmama kıyam etmek, muharebeyi itna etmez mi? Kitap öyle diyor.
-Müslümanlar kardeş
olduklarına göre, nasıl birbirinin üstüne sevk ettiniz?
-Hz. Ali'nin savaştıkları da
Müslüman değil miydi? Yine kardeş kalırlar.
-Kıyam vaciptir buyurdunuz.
Küffar Kur'anı çiğnerken cihat nedir?
-O da cihattır. Beli(evet),
farzdır.
-Yunanlılar memleketimizi
işgal ederken, topladığınız o 4 bin kişi ile üstlerine yürümediniz.
-O zaman çok perişandık.
Zamanımız olsaydı durmazdık. Balkan savaşına katılmak istedik, istemediler. Bu
savaşta muhacir, fakirdik.
-İsyanı kimlerle nerede
hazırladınız?
-Önceden hazırlık yoktu.
Piran olayı ile alevlendi. Biz de içine düştük ve işe başladık. Ben Lice'ye
geldim. Kimseye bir şey söylememiştim.
-Oğlunuz Ali Rıza
İstanbul'dan geldikten kaç gün sonra isyan oldu?
-Yaklaşık bir ay sonra.
-Oğlunuz İstanbul'da isyan
olayını kimlerle konuştu ve size ne haberler getirdi?
-İsyan meselesini
İstanbul'da işitmemiş. Hatta Halit Bey'in tutuklandığını Erzurum'da oğlundan
duymuş.
-Oğlumuz İstanbul'dan
geldikten sonra, herhalde şeriat şöyle böyle olmuş diye bir şeyler söylemiştir.
-İstanbul'da Hınıs
Kürtlerinden birine misafir olmuş ve Seid Abdülkadir Efendi'yi ziyaret etmiş.
-İstanbul'a ne amaçla
gitmişti?
-Halep tüccarlarına mal
satmıştı.
-Oğlunuz İstanbul'dan
döndükten sonra nerede buluştunuz?
-Şuşar'da.
-Jandarma geldi, adam
vuruldu, bu isyan çıktı dediniz.
-Jandarma vurulmasaydı,
kitapla görevimi yapacaktım.
-Jandarma görevini yapıyor
diye bütün halkı ayağa kaldırıyorsunuz.
-Hayır, bence bir şey yoktu.
Jandarmaya, bunlar teslim olmamak için yemin etmiş, siz ısrar ediyorsunuz,
yapmayın dedim.
-Nasihatinizden sonra bir
şey oldu mu?
-Vuruştular.
-Vurdular diye, size ne oldu
da halkı ayaklandırdınız?
-Ben köyden çıktım, gittim.
Ayaklanma koptu; olunca da ben başına geçtim.
-Ayaklanma oldu da, ondan
sonra mı başına geçtiniz?
-Ben Darahini'ye gelmeden
önce muhasara başlamıştı.
-Şeyh Efendi, isyanın nedeni
jandarma değildir. Propagandalar, açıklamalar yapılıyormuş.
-Jandarmalar olmasaydı,
kitapla belki bir sene sonra olurdu, belki altı ay sonra olurdu. Yahut olmazdı.
-Jandarma meseli
düşüncelerinizi eyleme dönüştürdü. Olmasaydı, altı ay sonra olurdu değil mi?
-Hayır, jandarma olmasaydı,
belki olmazdı. Allan kader saydıysa olurdu.
-Her şeyi kaza ve kadere mal
ediyorsunuz. Sizin iradeniz yok muydu?
-Hayır, irade de var. Ben
boş değilim. Benim de dahlim var. İnkâr edemem.
-İsyanı tek başınıza
başlattığınıza inanmıyorum. Herhalde sizi teşvik edenler vardır.
-Ne içerden, ne de dışardan
teşvik eden yoktur. Hariçten dediğim ecnebilerdir.
-Demek ki ayaklanma ve
isyanı yalnız zat-ı âliniz düşündü.
-Evet, benim fikrimde vardı.
Bilim adamlarını, düşünce sahiplerini göreyim dedim. Din kalkmış, maneviyat
unutulmuştu. Bunları isteyelim dedim. Öyle ümit ediyorduk.
-Bunlarla görüştünüz mü?
-Görüşmedim. Zaman kalmadı.
Bu olay meydana geldi.
-Mektuplarınızda ,
'Emirülmücahidin' kullanıyorsunuz. İnsan kendi kendine Emirülmücahidin adını
alır mı?
-Emirlere, 'Emirülmücahidin'
yazıyordum. Büyüklüğü kendime layık görmedim. Sonra Hadimülmücahidin'i
kullandım.
-Alacağınıza inanarak mı
Diyarbakır'a hücum ettiniz?
-Diyarbakır'a hücum
taraftarı değildim. Fakat bazı kimseler istedi.
-Kimler?
-Hanili Halit Bey
taraftardı.
-Alamayacağınızı bildiğiniz
halde neden hücum ettiniz?
-Birkaç savaş olmuştu.
Başarı Kürtlerde idi. Yine öyle olur sandık. Fakat olmadı.
-İçerden bilgi alıyor
muydunuz?
-Diyarbakır içi ile
alışverişimiz yoktu. Yalnız halkın çoğunun dine eğilimli olduğunu biliyorduk.
-Yani ümitvardınız?
-Ümitvardık. Halktan
ümitvardık.
-Cemil Paşazedeler ve Necip
Bey neye eğilimliydi?
-Ben kimseyi tanımam.
İşittiğime göre, Nakip Cemil Paşalar şeriata meyyaldardır diyorlar. Seninle
birlikte olur diyorlar. Ama kendisini hiç tanımam.
-Böyle önemli bir istihbarat
araştırılmaz mı?
-Haddi hesabı olmayan
yalanlarda söyleniyordu. Muş, Bitlis işgal olmuş diye haberler geliyordu. Sonra
yalan olduğu ortaya çıkıyordu. Ne postamız, ne de irtibatımız vardı.
-Hiçbir şey yokken, bu kadar
ümmet-i Muhammed'in kanını dökmek caiz mi?
-Zaten olmuştu. Darahini'ye
hücum etmişlerdi.
-Elazığ'a saldıran
kuvvetlerin komutanı kimdi?
-Şeyh Şerif'i tayin etmişti.
Odur.
-Başka kimdi kumandanların?
-Gazik cephesini de Şeyh
Şerif'e vermiştim. Palu'ya kadar gidebilirsin dedim. Melekanlı Şeyh
Abdullah'ı Gırvas ve Muş ceplerine tayin ettim. Şeyh Hasan'ı da Kiğı
cephesine verdim. Şeyh Hasan burada yoktur. Kumandanlar; ağalar, muhtarlar,
aşiret mensuplarıydı. Benim düzenli ordum yoktu.
-Diyarbakır'ı alma
amacınız ne idi?
-Rızkımız, nasibimiz, o
tarafa gelmişti. Diyarbakır'ı aldıktan sonra ileri gelenlerle toplanıp,
hükümetle müzakere yapacaktık.
-İsyandan önce hükümete
başvursaydınız ya!
-Vaktimiz olmadı.
-Hükümet taleplerinizi kabul
etseydi ne olurdu?
-Günahtan kurtulurduk.
Evimizde otururduk. Hükümet isteklerimizi kabul etseydi, hicret isterdik.
Hicret izni vermeseydi, günah bizden gider. Otururduk.
-Bir mektubunuzda 'fetih'
kelimesini kullanıyorsunuz. Anlamı ne bunun?
-Her neresi alınırsa, fetih
deriz?
-Fetihten sonra bağımsız bir
Kürdistan krallığı ilan edecektiniz, öyle mi?
-Krallık bizim niyetimizde
yoktu. Şeriat kurallarını uygulama idi. Ben ne başkanlık kabul ederdim, ne de
elimden gelirdi.
-Buradaki bildiriyi biliyor
musunuz?
-Ondan haberim yok. Kim
yazmış bilmiyorum.
-Diyarbakır'dan sonra
hükümet tekliflerinizi kabul etmeseydi, çekip gidecektiniz, öyle mi?
-Sonucun nasıl olacağını
düşünmedim. Milletvekillerinin büyük kısmı dindardır. İsteklerimizi kabul eder,
medreseleri açarlar dedik.
-Türkiye Cumhuriyeti
askerleri, Müslüman askerleri bizi mahvederler diye düşünmediniz mi?
Bu kuvveti size veren nedir?
-Kanıtımız yoktu. Bu kadar
askerin hızla gönderilebileceğini sanmıyorduk.
-Sonra anladınız, öyle mi?
-Beli, şimdi anladım.
-Bu isyanın esası nedir?
-Esasını kime atfedeyim?
-Lice'ye yazdığınız mektuba
göre önceden düşünmüşsünüz.
-O yazı benim değildir. İmza
da benim değildir. O ifade zaten benim değildir.
-İsyana ben karar verdim,
dediniz. Bu havalide sizi tanıyan kimse olmadığına göre, nasıl
Diyarbakır'a hücum ettiniz? Herhalde bunlar önceden düşünülmüş, karar
verilmiş şeyler
-O olay oldu. Ben önce
vardım. Allahuteala'nın kaderi oldu. Ben içinde idim. Eğer düşünülmüş,
planlanmış bir şey varsa zaten biliniyor.
-İsyan ettiğin zaman, Türk
askerlerini Müslüman askeri olarak mı gördün, yoksa kâfir askeri mi?
-Müslüman askeri olarak
telakki ettim.
-İslam içinde sizden bilgin
yok mu? Varsa neden sadece siz düşünüyorsunuz?
-Âlim elbette çoktur.
-Bunlar yapılmıyorsa, onlar
neden talep etmiyorlar?
-Ne kadar ehli şeriat varsa
hepsi talep ediyor. Fakat canından, malından korkuyorlar.
-Bunların içinde âlimi ve
cesuru sen misin?
-En âlimi ben değilim, fakat
tehlikeye atılan benim.
-Memleketinizden hangi ayda
çıktınız?
-Kanuni Evvel'de (Aralık)
çıktım.
-Sizin durumunuzda olan
(yaşlı) biri, kışın en şiddetli zamanında çıkar mı?
-Günde üç saatten fazla
gitmiyorduk. Yerler müsaitti. Odun, ateş çoktu.
-İlkbahar, yazın ya da
sonbaharda çıksaydınız, sizin için daha iyi olmaz mıydı?
-Yazın, ziraat ve ticaretle
meşgulüz. Kışın iş yok.
-İsyana kadar ne kadar zaman
geçti?
-İki aydan fazla zaman geçti.
-İsyandan iki ay önce
çıkıyor, sonra isyan ediyorsunuz?
-Evet, fikrimde vardı.
Patlatmak niyetimizde yoktu. Fakat patladı.
***
-Diyarbakır'a neden hücum
edildi
-Cephane çok olduğu için,
bilhassa cephane almak için buraya gitmek istedik.
-Diyarbakır'a girmeyi
başaramadınız. Ondan sonra ne gibi harekâtlarda bulundunuz?
-Çapakçur'a Darahini'ye
geldik. Licelilerin karşılamaya geldiklerini gördüm. Lice'ye gitmeye niyetim
yoktu. Ondan sonra Kürtlere izin verdim. Evlerine gönderdim. Eğil'e gittim.
Maden ve Ergani'nin işgalini orada duydum.
-Türklerle neden ilişki
kurmuyordunuz?
-Eğil, Ergani taraflarında
Türkleri de davet ettim. Dinimize çalışalım dedim.
-Sizinle beraber isyan
ettiler mi?
-Tutan tutuyor, tutmayan
tutmuyordu.
-Ergani'de kimler vardı?
-Şevket Efendi, Hamit Ağa,
Hacı Hüsnü Efendi vardı.
-Bunlar Türk mü, Kürt mü?
-Türktürler, onlar da
katıldılar.
-Kürt Teali Cemiyeti'nden
haberiniz olmadığını söylediniz. Bitlisli Yusuf Ziya Bey geldiği zaman
ne görüştünüz?
-Yusuf Ziya'yı tanırım. Bana
gelmişti. Ramazanda idi. Bitlisli Haydar Efendi, Yusuf Ziya Bey'in Muşlu Reşit
Bey'le ziyarete geldiğini söyledi. Kendisinden ders okumuştum. Birkaç saat
kaldılar. Çay içip gittiler. Baharda Hınıs'a gelmişti. Benim köyüme geldi.
Orada meseleyi açtı. 'Bir Kürdistan kurmak üzereyiz' dedi. Muhaldir dedim.
Fikrim bunu kabul edemiyordu. Mustafa KARAKAŞ/ Doğruhaber
0 yorum