Tesettürlü kadınlara yönelik hadsiz saldırılar, maalesef yine gündemde..
Geçtiğimiz gün, Denizli’de halk otobüsüne binen tesettürlü bir kadının, yanında küçük çocuğu olduğu halde, “Bu ülkeden defolun" şeklinde çirkin bir saldırıya maruz kalması, bunun en yeni örneği..
Olay sonrası, Adalet Bakanlığı’nın soruşturma başlattığı, saldırgan kadının gözaltına alındığı ve tutuklandığına dair haberler yer aldı basında.
Hal böyle iken, buna benzer eski, yeni ne kadar görsel içerik varsa, sosyal medyada yeniden dolaşıma girdi.
Art niyet arayanlar oldu.. On yıl önceki ifadelerinden “pişmanlık” duyarak, özürlerini de ekleyip, üst vatandaş rolünde, alt vatandaşlara göndermeler yapanlar...
Ne gariptir ki, son on yıl içinde oldukça arttı bu söylemler, farkında mıyız?
Özellikle, toplum önünde sanatçı, aydın, modern, bilirkişi, laik, Atatürkçü vb. soslarla servis edilen “rol model” insanların söylemleri, toplum içinde büyük bir manipülasyona dönüştü.
Elbette bu, bir kişinin söylemleriyle oluşacak bir manipülasyon rüzgârı değil.
Ancak son yıllarda, bunlara benzer çokça manipülatif söylemin olduğu herkesçe malum. 28 Şubat dönemini hortlatmaya hizmet edecek söylemler bunlar...
Dolayısıyla her aklî selim insanın yapması gereken, insanları kin, nefret ve ayrımcılığa sevk edecek bu gibi eylemlerden ve söylemlerden şiddetle kaçınmak.
Elbette özür dilemek erdemdir.
Ancak, sonradan edilen zoraki bir özür, pek çok şeyi düzeltmeye yetmiyor.
İşte bakın, bu gibi söylemlerin rüzgârlarıyla coşanların, sadece birkaç yıldır tesettürlü insanlara karşı sarf ettiği nefret söylemlerinden sadece bazıları...
-“Burada ne işin var? Burası senin gibi gericilere göre değil. Git Arap ülkene.”
-“Ne işiniz var burada?” “Başörtülüyseniz evde oturun.”
-“Senin gibiler yüzünden bu ülke geri kaldı. Git İran’a”
-“Yallah Arabistan’a”
-“Okumaya değil, evlenmeye geldiniz”
-“Bu ülke sizin gibi gericiler yüzünden bu halde. Gitmek istemiyorsanız da burada görünmeyin.”
-“Bunları hâlâ sokakta mı görüyoruz?”
-“Senin gibilerin yüzünden bu ülke karanlığa sürüklendi, istemiyorsan başka ülkeye git!”
-“Siz bu ülkenin geriye çekici gücüsünüz, gitmek istemiyorsanız da susun!”
-“Bunların burada ne işi var? Ülkeyi de kirlettiler, başörtülerini de alıp gitsinler.”
-“Devlet senin gibi gericilerle mi dolacak? Git Arap ülkesine!”
-“Burası senin gibi kapanmışların yeri değil, zihnini aç önce”
-“Sizin gibiler doğayı da, cumhuriyetin değerlerini de kirletiyor. İstiyorsanız başka ülkede yaşayın.”
Bu ifadeler, bazen çocuğuyla parkta oynayan bir anneye, bazen arkadaşlarıyla kafede oturan genç kızlara, bazıları devlet memurlarına veya farklı kurumlarda çalışan kadınlara, bazısı da sadece yolda yürüyen tesettürlü kadınlara yönelik kullanıldı.
Böyle söylemler ifade özgürlüğü değil, apaçık nefret suçudur.
Bu olayların her biri, münferit gibi görünse de benzer olaylar farklı şehirlerde ve dönemlerde de sürekli tekrar ediyor. Buradan da anlaşılıyor ki, sorun bireysellikten öte yapısal, kültürel ve sosyal bir sorundur.
Bu bir bakıma, sosyal medya, siyaset ve gündelik dilde yer bulan, kutuplaştırıcı söylemlerin sokakta karşılık bulması, vücuda gelmiş halidir.
Tesettüre, başörtüsüne karşı yapılan saldırılar, yıllardır “modernlik” adı altında meşrulaştırılmaya çalışılıyor.
Ancak tüm bunların altında, hastalıklı bir kanaat ve bakış açısı var ki, yazmamak büyük hata olur.
“Birileri, bu ülkenin asli sahibi, mütedeyyinler ve tesettürlüler daima gitmesi gereken ötekilerdir”
Birileri daima üst kimliktir; sahiptir ve görünür olma hakları vardır. Ama diğerleri alt kimliktir; horlanabilir, kovulabilir. Hiç olmadı, görünmez olmak zorundadırlar.
Çok uzağa değil, kurtuluş savaşına gidelim ve bu bakış açısının kime/ kimlere ait olduğunu hatırlayalım...
İşte o zaman, büyük resim netleşecektir.