Bir bayram daha geçti, deriz.
Hâlbuki bayramın geçtiği falan yok. Bayramın durakları belli. Biz bayramı
geçiyoruz. Gelip geçen biziz. Bizim ömrümüzdür. Biz onu geçerken koca bir yıl
ömrümüzden kesiliyor ve sona doğru büyük bir adım daha atıyoruz. Dünya
hayatımızdan önemli bir kesiti geride bırakıyoruz. Kimimiz 30 yıl, kimimiz 40
yıl, kimimiz de 70 yıl yaşamaktadır. Koca bir yıl bu zaman dilimleri için
önemli bir kesit ve zaman dilimi sayılır. Bu yönüyle her Ramazan ayı ve her
Ramazan Bayramı ömrümüzün önemli bir dönemeci mesabesinde…
Ve yine her Ramazan ayı olduğu
gibi Siyonistler Filistin’de Müslümanlara saldırdı. Biz Müslümanları üzdü. Bir
bayrama daha buruk girdik. Devam edegelen saldırılar nedeniyle de burukluğumuz
sürüyor.
Her zaman Siyonistlerin özellikle
Ramazan ayını seçerek Müslümanlara bir mesaj verdiği yorumu
yapılır. Allah’u Teâla Siyonistler aracılığıyla aklımızı başımıza almamız
için bize bir mesaj vermiş olamaz mı?
Şu dünya hayatı gerçekten ilginç.
Bazen hep aynı filmi izlediğimizin farkına varmayız. Ramazan ayında Siyonistler
adetleri olduğu üzere Filistinli Müslümanlara saldırdılar. Bizler de âdetimiz
olduğu üzere tepkimizi ortaya koyduk. Yürüdük, slogan attık, konsoloslukların
önünde toplandık. Yetkilileri göreve çağırdık. Yetkililer de başka yetkilileri
göreve çağırdı. Telefon diplomasisi, ateşkese davet, Arap Birliği vs… Alışık
olduğumuz, Arapların dewwametûs selbiyye dediği o kısır döngüye, girdaba bir
daha gireriz.
Hırsız evimize girmiş, gözümüzün
önünde malımızı çalıyor, biz izliyoruz ve ya rabbi sen ona belanı ver diye
beddua ediyoruz gibi bir durumumuz var.
Yine bu kısır döngünün bir
parçası olarak birkaç gün sonra bütün bunları unutacak ve kendi normallerimize
döneceğiz.
Bunları söylediğimizde tamam da
ne yapalım? Diye soruluyor. Elimizden bu geliyor, onu yapıyoruz, deniliyor.
Müslümanların bu kısır döngüden, bu girdaptan çıkmak için kafa yormaları
gerektiği artık açıktır. Selahaddin’i bekleyeceğimize biz neden bir Selahaddin
gibi olmayı düşünmüyoruz? “Eyne Selahaddin?” “Bir Selahaddin gönder Allah’ım”
“Ya Rabbi! Neslimizden Selahaddinler yetiştir” türü sloganlar hayatımızda yer
edinmiş durumda. Selahaddin’i bekleyeceğimize herkes bir Selahaddin olmak
için bir uğraş verse değil bir, milyonlarca Selahaddin’imiz olmaz mı? Ne
yazık ki, “Selahaddin” ile ilgili bilgilerimiz Kudüs fatihi bir Kürt komutan
ile sınırlı… Ne Selahaddin’i tanıyoruz, ne de onun gibi olma çabasındayız…
Madem Selahaddin diye bir
örneğimiz var. Yeni bir şeyler yapmanın, yeni bir şeyler keşfetmenin,
yapılabilecek yeni bir şeylerin sırrına ermenin yolu burada gizli olmasın!
Sadece Selahaddin-i Eyyübi’deki şuur bile bizim için Kudüs’ün anahtarı
olabilecek niteliktedir.
YKS’de üniversite sınavlarında
dereceye giren ilk üç kişiye her zaman sorulur; nasıl başardınız? “Programlı
çalıştık” diye bir giriş yaparlar, başarı hikâyelerini anlatmaya başlarlar.
Onları dinleyen öğrenciler de kendi başarı hikâyelerini yazmak için onları pür
dikkat dinlerler, onlar gibi çalışmaya koyulurlar...
Selahaddin-i Eyyûbi’ye de
soruldu; nasıl başardınız? Ve Selahaddin anlatmaya başladı…
İşte meydan işte peşrev, diye
bitirsem mi yoksa size konuyla alakalı bir hikâye mi anlatsam? Yer darlığı
nedeniyle bitirmek durumundayım…