36,7272
35,1895
2.968,28
Ben onu hiç tanımadım. Tatlı simasını görmek bana
nasip olmadı. Ama cesaret edip yazmak istedim. Çünkü bir haziran ayının
dokuzunda şehid edilmişti. Bu vesileyle şehadetinin senei devriyesinde onu yâd
etmek istedim.
Hiç tanımadığım, görmediğim birini yazmak elbette
zordu. Hatta buna nasıl cesaret edersin diye sorulara da muhatap olabilirim.
Ama simasına bakıldığında, çok şey anlattığını hemencecik anlayıveriyor insan.
Bundan dolayı rahatça geçtim klavyenin başına.
Doksanlı diye bilinen yıllarda kimin şehid olacağı
önceden biliniyordu. Bu bilgiye değil sezgiye dayalı bir bilinmişlikti. Çünkü
şehadet hak edene nasip olan bir şeydi. Onun için takva, edep, davranış, huy ve
ahlakça en iyiler, şehadet adayı idi.
Şehadetinden sonra simasına baktığımda, işte bu yüz
şehid yüzüdür dedim kendi kendime. O kadar temiz bir sima, kişinin iç
dünyasının dışa yansıması olabilirdi ancak. İçinin güzelliği yüzüne sirayet
eden zamanın sahabesi bu gence verilebilecek en güzel hediyeyi, katilleri onu
şehid etmekle vermişti aslında.
Doksanlı yıllarda kırmızı toprağın bağrına kırmızı
kanları ile hediye ettiğimiz zatlara ne kadar da benziyordu. Belki o yıllarda
yaşı küçüktü ama belleğinde epey yer edindiği ve o aziz şehitleri örnek
edindiği aşikardı.
Zikredilen yıllarda verilen yüzlerce şehitten sonra
şehadet açısından bir fetret dönemine girilmiş olması onu endişelendiriyordu.
Ubeydullah Durna’nın şehadetinden sonra adete derin bir nefes almıştı. Şehadet
kapısının açıldığını anlamış ve kendisinin dahi bu kapıdan girmek istediğini
yakın çevresine söylemişti.
Her davetçide toplanan özellikleri üzerinde taşıyordu.
Toplumu dert edinmesi, gençlerle ilgilenmesi, ailesini ihmal etme pahasına
onların ahireti için gecesini gündüzüne katması, geç saatlere kadar parklarda
tebliğ için bulunması, çocuklarını ihmalin mahcubiyeti ile evinin yolunu
tutması, tatlı tatlı konuşması, ikna kabiliyeti, ibadeti, takvası, duası,
velhasıl yakın çevresinden dinlediğimiz bütün bu özelliklere sahip biri olarak
davetin mümtaz şahsiyetlerinden idi.
Mus’ab bin Umeyr’e benzetilirdi. Fakat onun ailesi
Mus’ab’ın ailesi kadar zengin değildi. Onun şımaracağı hiç kimsesi yoktu.
Hidayet vakti geldiğinde bir camiye yolu düştü. Camideki abileri gençlerle
ilgileniyordu. Bir süre sonra kendini hizmetin içinde buldu. Abilerinden hizmet
bayrağını bir ama pîr almıştı. Bu arada kendisi evlenmiş ve daracık bir ev
kiralamıştı. Ama hala garibandı.
Haziran’da kendisinde garip bir hal belirmişti.
Haziran 2015’te yapılan seçimlerde alınan sonuçlar moralini bozmuştu. Bunca
temiz bir dava ve Allah’ın dinine hizmet etmeye çalışanların yeterince destek
görmemiş olması kendisinde derin bir üzüntüye sebep olmuştu.
Şehadetinden bir gün önce sabah erken bir arkadaşından
kendisini mezarlığa götürmesini rica etti. Beraber şehid mezarlarını ziyaret
ederken, manevi bir atmosferde kendisinin şehadeti için niyazda bulundu.
Arkadaşı, Allah bu içten duaları kabul edebilir endişesi ile elinden tutup onu
mezarlıktan uzaklaştırmak istedi. Ama kendisi mescitte iki rekât namaz kılmak
için arkadaşından müsaade aldı.
Ertesi gün iki arkadaşı ona moral vermek için buluşmak
istediler. O da öğlene doğru geleceğim demişti. Davet edenlerden biri, iş
yerinde melemen yapmak için alışverişe gitti. Fırından taze ekmek kuyruğunda
iken diğer arkadaşının feryadı ile acı haberi duydu.
Ümmetin gülü koparılmıştı. Allah mezarlıkta yapılan
duaları kabul etmiş ve o nazenin beden şehid olarak yere düşmüştü. Akşama
yiyecek yemeği bulunmayan bir garibin dünya sürgünü çabuk bitmişti.
Hayatı boyunca kurak toprakları bereketlendiren
“Baran” olup yağmıştı genç gönüllere. Etrafını aydınlatan “Aydan bir taç”
olmuştu adeta.
Şefaatine muhtacız Aytaç Baran Hoca.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "çerez politikasını" inceleyebilirsiniz.