36,7272
35,1895
2.968,28
Bilindiği üzere geçenlerde “Türkiye Yüzyılı Maarif
Modeli” başlığı ile eğitimimizde yeni bir rota oluşumu çalışmaları başlatıldı.
Hatta bununla ilgili bir taslak yayımlandı ve önerilere açıldı. Tabi
eğitimciler konu ile ilgili teferruatlı görüş bildirebilirler. Ama genel
anlamda eğitimin misyon ve vizyonu oluşturulmalıdır diye düşünüyorum.
Türkiye’de uygulanan kalıcı bir eğitim sistemimiz
bulunmamaktadır. Her dönemin kendisine has bir yöntemi bulunmakta, bu husustaki
eleştirilere genellikle; “Her yiğidin yoğurt yiyişi farklıdır” atasözüne benzer
cevaplar alınmaktadır.
Oysa eğitim gibi ülkenin ekonomisinden güvenliğine,
adalet sisteminden tarımına kadar, kısacası her alanını ilgilendiren bir konuda
genel hatları ile belirlenmiş bir sistemimiz olmalıdır. Belki ufak tefek
rötuşlarla değişikler yapılabilir. Ama temel standartlar aynı kalmalıydı.
Şimdi gelelim kendimizce en önemli sorunlarımıza:
Kanaatimce eğitim sistemimizin en önemli problemlerinden birisi pratikten
yoksun oluşudur. Sınıflarda metinleri ezberlemekle meşgul olan öğrenciler,
okuduklarını dışarda pratize etmekten mahrum bırakılmaktadırlar.
Cizre’de siyah taşlı, mütevazı bir mezarda yatan ve
kısa adı el-Cezerî, uzun ismi ise Bediuzzaman Ebu’l-İzz İbn İsmail
İbnü’r-Rezzaz el-Cezerî olan meşhur bilim adamımız, bu konuda çok çarpıcı bir
tespitte bulunmaktadır: “Geçmişin bilim adamları ve düşünürleri çok sayıda
düzen ve problemden bahsetmiş, bunların tümünü gerçekleştirmeye fırsat
bulamamış ve bu düzenleri kontrol edecek yöntemleri geliştirememiştir.
Uygulamaya dönüştürülmeyen her tekniğin doğru ile yanlış arasında kaldığını
anladım.”
Bilimi amele, yani pratiğe döktüğünü; su saatleri,
otomatlar, su kaldırma düzenleri, fıskiyeler, şifreli anahtarlar, şerbet sunan
robotlar icat ederek ispatlayan bu âlimimizin söylediklerinden hareketle,
yukarıdaki tespitte bulunuyoruz. Lise yıllarında sınıfın dışında çok az eğitim
aldık. Oysa geçmişimizde “Meşşai” denilen bir eğitim sistemi dahi varmış.
Yürüyüş yaparak eğitim verme anlamındaki bu sistem sayesinde öğrenciler doğa
ile tanışır, anlatılanları inceleme fırsatı olurmuş. Nükteleri ile meşhur
Nasrettin Hoca talebelerine bu yöntem ile ders verirken, yürüyen öğrencilere
yüzünü dönmek için eşeğine ters binermiş.
Görüldüğü üzere geçmişimizden örnekler getirerek,
eğitim sistemimizdeki eksikliklerden bahsediyoruz. Zaten bir aksaklığımız da
burada ortaya çıkıyor. Batının yörüngesine girmiş Türkiye, maalesef eğitim
sistemini de onlara havale etmiştir. Bizlere bizden olanları tanıtmayan bir
eğitim öğretimin ardından gelinen nokta, batılı tarzda düşünen bir kafa
yapısından başka bir şey olmayacaktır.
İbni Sina, Farabi, İbni Rüşd, Ebu’l-İzz el-Cezeri,
İbnu’l-Esir, Molla Cezeri gibi bilim adamı, âlim ve edip-şairlerimizi
tanıtmayan bir eğitim sisteminden çok şey beklemek saflık olur. Geçmişini
bilmeyenin geleceğini yönlendiremeyeceğini bilmeliyiz. Zaten günümüz eğitim
sisteminden fotokopiden çıkar gibi batılı tarz düşünceye sahip insanların
yetişmesi tesadüfi değildir.
Bir de Osmanlı eğitim sisteminde uygulanan; akademik
olarak başarılı olanların üniversitelerde, ustalık isteyen işlerde öne
çıkanları ise sanayi sitelerinde istihdam edecek tarzda bir eleme tarzını
başarabilmeliyiz. Osmanlı mekteplerinde her öğrenci kabiliyetine göre
eğitiliyordu. Bu nedenle talebelere standart dersler verilmiyordu. Enderun’un
duvarında ise şöyle yazıyordu: “Burada hiçbir balık uçmaya, hiçbir kuş yüzmeye
zorlanmaz.”
Kısacası biz bize dönmeli, yeteneğe göre teorik ve
pratik bir eğitim tarzı geliştirebilmeliyiz.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "çerez politikasını" inceleyebilirsiniz.