HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, bir dizi temaslarda bulunmak üzere Peygamberler Şehri Şanlıurfa'ya geldi.
Rabia Meydanı'nda Şanlıurfa STK'ları Platformu tarafından açıklan Gazze Çadırı'nda STK temsilcileriyle buluşan Yapıcıoğlu, gündemdeki konulara ilişkin açıklamalarda bulundu.
Yapıcıoğlu, Gazze'de devam eden zulme dikkat çekerek Gazze'nin uluslararası hukuk denen bir şeyin koca bir hiçlik olduğunu, bir boşluk olduğunu, çok bir işe yaramadığını gösterdiğini söyledi.
Yapıcıoğlu, siyonist işgalcilerin zulmü arttırarak kendi sonlarını yaklaştırdıklarını vurgulayarak Gazze için elden gelen imkanın seferber edilmesi çağrısında bulundu.
Partisinin soykırıma ortak olan vatandaşların yargılanmasına yönelik verdiği kanun teklifinin hala beklediğini ifade eden Yapıcıoğlu, kanun teklifinin gündem olması ve Genel Kurul'a gelmesi için destek istedi.
“Sadece Gazzeliler değil, insanlık bir saldırı altında”
Yapıcıoğlu, “Gazze, malumlarınız olduğu üzere 7 Ekim 2023'ten bu yana 14 ayı aşkın bir süredir çok ciddi bir saldırı altında. Aslında sadece Gazze değil, sadece Gazzeliler değil, insanlık bir saldırı altında. Sadece insanlar katledilmiyor; insanlık değerlerinden ne varsa onların hepsi; iyilik, merhamet, adalet, şefkat ya da insanlık tarihi boyunca insanların belki ikili taraflı anlaşmalarla, bazen çok taraflı anlaşmalarla ortaya koymuş oldukları ne kadar kural varsa, onların hepsi katledildi. Ahlak katledildi, insanlık katledildi. Günahsız, henüz konuşmayı öğrenemeyen küçücük bebekler, hatta henüz dünyaya gözünü açmamış anne karnındaki bebekler katledildi. Ne kadar kural varsa hepsi çiğnendi. Bütün kırmızı çizgiler aşıldı. Savaşta bile çocuklar öldürülmez. Savaşta bile hastaneler bombalanmaz. Savaşta bile kullanılması yasak olan bazı silahlar vardır; ama insanlık düşmanı soykırımcılar; çocuk, hastane, yasaklı silah olsun, hepsini vurdular. Yardım konvoylarını vurdular, su depolarını vurdular, gazetecileri, doktorları, yardım gönüllülerini, sivil savunma ekiplerini katlettiler ve dünya seyirci kaldı. Bize bir şey gösterdi ki uluslararası sistem dedikleri şey aslında uluslararası barış ve huzuru korumak üzere değil, bu sistemi uygulayıcılarının menfaatlerini korumak için oluşturulmuş. Yani aslında zaten kendisini ve menfaatlerini koruyabilecek güç ve imkanlara sahip olanları korumakla meşgul. Gazze bize aslında uluslararası hukuk denen bir şeyin koca bir hiçlik olduğunu, bir boşluk olduğunu, çok bir işe yaramadığını gösterdi.” dedi.
“Gazze'deki kardeşlerimiz direnmekten vazgeçmedi”
Yapıcıoğlu sözlerini şöyle sürdürdü:
“Gazze, bir taraftan da adına ümmet dediğimiz, İslam ümmeti dediğimiz o birliğin kağıt üzerinde ya da sözde olduğunu, aslında ümmetin paramparça olduğunu, birbirimizin dertleriyle yeterince dertlenemediğimizi gösterdi ya da gücümüzün elimizden alınmış olduğunu, ümmet coğrafyasının idarecilerinin çok önemli bir kısmının aslında ümmet gibi bir kaygılarının, dertlerinin olmadığını bize gösterdi. Yani bize bir ayna tuttu. Aslında bizim acziyetimizi, bizim zayıflığımızı, bizim parçalanmışlığımızı yüzümüze vurdu. Tabii, rica edilirse bütün ama bütün bu olumsuz şartlara rağmen Gazze'deki kardeşlerimiz direnmekten vazgeçmedi. Şimdi gelirken hemen girişteki çadırın yanında bir koltuk vardı. Koltuğun yanında da bir değnek. Temsili olarak aslında çok şey gösteriyor. Allah makamını ali eylesin, şehid Yahya Sinvar çatışırken yaralandı. Yanında belki mühimmatı kalmadı. Yaralı kolunu sarmış vaziyette ve otopsi raporlarına göre son 3 gündür hiçbir şey yemediği halde herkes 'Nerede saklanıyor?' diye düşünürken, en ön cephede mücadele halinde iken, cihat ederken yaralanmış. Mühimmatı bittiği için sadece elinde bir sopa varken bile teslim olmadı. Son imkanını, son nefeslerini vermek üzereyken elindeki sopayla onu takip eden o dronu düşürmeye çalıştı. Gerçekten ibret dolu hikayeler bunlar.”
“Gazze için kıyamda durmayı bırakmamalıyız”
Gazze için elde gelen her şeyin yapılması gerektiğini belirten Yapıcıoğlu, “Evet, Gazze direnişi bırakmadı. İnşallah bundan sonra da bırakmayacak. Belki bugün biz gidip fiilen oradaki kardeşlerimize yardım edemiyoruz ama biz de Gazze için kıyamda durmayı bırakmamalıyız, bırakmayacağız Allah'ın izniyle. Elden ne geliyorsa, elinden gözleme yapmak geliyorsa; işte bacılarımız dışarıda gözleme yapıyor, börek yapıyor, yufka açıyor, tatlı yapıyor. Onu satarak elde ettiği 3-5 kuruş geliri oradaki kardeşlerine göndermeye çalışıyor. Karınca misali kimin elinden geliyorsa herkes Gazze için ya da başka bir coğrafyada zulüm altında olan kardeşlerinin kurtulması için çaba göstermeli. O çabayı gösteren, sonuç alamasa da onlar kazanmıştır. Yahya Sinvar, İsmail Heniyye ya da o isimsiz kahramanlar... Onlar şehid olarak kaybetmedi; şehid olma makamında kazandılar. Kaybedenler ümitsizliğe düşenlerdir. Kaybedenler mücadeleyi bırakanlardır. Kaybedenler, üç günlük dünya hayatı ve üç kuruş dünya menfaati için düşmana yaranmaya çalışanlardır.” şeklinde konuştu.
“Filistin'i terk etmek, düşmanın planlarına teslim olmak demektir”
Aksa Tufanı'nın, siyonist işgalciler için Filistin'in güvenli yer olmadığına işaret olduğunu vurgulayan Yapıcıoğlu, “siyonizm, sadece Gazzelilerin değil; siyonizm, sadece Müslümanların da değil, başta da söylediğimiz gibi insanlara düşmanlık ediyor ve inşallah insanlık bu beladan yakın bir zamanda kurtulacaktır. Onların şöyle bir hesabı vardır: 1950 yıl önce terk ettikleri o topraklara dönebilmek için, 100 yıldan daha uzun bir süre önce yapmış oldukları planları adım adım pratiğe döktüler, hayata geçirdiler ve onların hesaplarından birisi şuydu: ‘Sadece yahudilere ait olan bir devlet kuralım. O kurduğumuz devletin vatandaşları yeryüzündeki bütün yahudiler olsun. Herkes, bütün yahudiler, dünyanın farklı bölgelerinden, farklı kıtalardan oraya göçsün. Ama orada yahudi olmayanlar da topraklarından göçsün, başka yerlere gitsin. Eğer geçmiyorlarsa, onları oradan çıkaracağız.' Ortaya koydukları bu dehşetli tablo, bu vahşet, aslında bunun içindir. Oradaki insanlar oradan kaçsın, diyedir. Bunu bilen Filistinli kardeşlerimiz, bütün o imkansızlıklara rağmen, o vahşete rağmen, oranın yaşanılamaz bir yer haline getirilmesine rağmen, su kaynaklarının, ilaçlarının, hastanelerinin, altyapının tamamen vurulmasına, tahrip edilmesine rağmen, ‘Israrla ve inatla terk etmeyeceğiz.' diyorlar çünkü orayı terk etmek, düşmanın planlarına teslim olmak demektir.” diye konuştu.
“Kudüs, nasıl daha önce Haçlı işgalinden kurtarıldıysa, siyonizmin işgalinden de kurtulacaktır”
Yapıcıoğlu sözlerine şöyle devam etti:
“Bütün o olumsuzluklara rağmen, birkaç on bin Filistinli şehid oldu, ondan daha fazlası yaralandı. Belki o kadar da tedavi olmak için orayı terk etti. Ama birkaç yüz bin yahudi o toprakları terk etti, kaçtı. Bu kaçış, onların yüzlerce yıl önce yapmış oldukları planının suya düşmesidir. O yüzden bu kadar hiddetliler, o yüzden bu kadar kızgınlar ve Allah'ın izniyle kaybedecekler. Bundan yaklaşık 825 yıl önce, 1099'da Haçlılar orayı istila edip bir Kudüs Krallığı kurdular. O ancak 88 yıl yaşayabildi. 88 yıl sonra Müslümanlar Kudüs'ü Haçlı işgalinden kurtardılar. Şimdi Kudüs siyonizmin işgali altında. Ve Allah'ın izniyle, 70 küsür yıldır işgal altında olan Kudüs, nasıl daha önce Haçlı işgalinden kurtarıldıysa, siyonizmin işgalinden de kurtulacaktır. Allah'ın izniyle o yakındır.
Rabbimizden niyazımız, bunun yakın bir zamanda gerçekleşmesi ve Filistin'deki kardeşlerimizin bu zulümden bir an önce kurtulmasıdır. İnşallah olacaktır. Bu sadece bir zaman meselesidir. 'Olup olmayacağı' değil, 'ne zaman olacağı' doğru sorudur. Olacak mı olmayacak mı değil; ne zaman olacak diye sormalıyız. Ve onun yakınlaşması da, ben öyle düşünüyorum ki, şüphesiz Allah-u Teala tek başına dilerse bütün o kafirleri hezimete uğratır, orayı kurtarır. Ama bizlerin, yani Müslümanların, yani oradaki kardeşlerimizin zulüm altında olmasına rıza göstermeyenlerin ortaya koyacağı çabaların yoğunluğuyla bağlantılıdır.”
“Onlar kendi sonlarını yakınlaştırmaktadırlar”
siyonist işgalcilerin vahşetinin devam etmesi halinde Filistin topraklarıyla kalmayacağını söyleyen Yapıcıoğlu, Golan Tepeleri'nden aşağı inmeye çalışmalarının bunu gösterdiğini ifade ederek şunları kaydetti:
“Öyleyse kardeşlerim, ye'se düşmek yok, umutsuzluğa düşmek yok. Elden ne gelirse, ne kadarını yapabilirsek... Boykot mu geliyor elimizden? Sadece boykot mu yapabiliyoruz? Onu yapalım. Yardım mı gönderebiliyoruz? Onu gönderelim. Kendi bulunduğumuz yerlerdeki yöneticilere baskı mı kurmamız gerekiyor? Baskı kuralım. Sadece siyonizme değil, siyonizmle ilişki halinde olanlara da... Emin olun, bir gün bu siyonistlerin yapmış olduğu zulümden nasiplerine düşeni alacaklar. İnsanlık vicdanı uyanmıştır. Dünyanın dört bir tarafında gayrimüslimler bile ayağa kalkmıştır. Ve bu vicdan harekete geçince, Allah'ın izniyle, sonuç almadan da bir daha oturmayacaktır. Zira artık görüldü ki eğer insanlık vicdanı ya da insanlık ailesi bu vahşeti durdurmazsa, bunlar sadece Filistin topraklarını işgal etmekle yetinmeyecek. Filistin'den sonra Lübnan'a, ondan sonra Suriye'ye saldırmaları, Golan Tepeleri'nden aşağı inmeye çalışmaları bunu göstermiştir. Filistin topraklarında karşılarına çıkan, farklı dinlere mensup insanları da bombalamaları, hangi ülkenin vatandaşı olduğuna bakmaksızın Birleşmiş Milletler personelini de katletmeleri, bu gerçeği bütün insanlara göstermiştir. İnşallah, onlar kendi sonlarını yakınlaştırmaktadırlar. Bundan 30 küsur sene önce, 1988 yılında, israil parlamentosunda, parlamenter olan bir yahudi şöyle diyordu ‘Devletimizin 40. yılını kutluyoruz ama hiç kimse bize 50. yılımızı kutlama garantisi veremiyor.' Evet, belki 50, 60, 70. yılı geride bıraktı ama sürekli ateş üstündedirler. Çünkü onlar ne yaptıklarını biliyorlar. İnsanlık da onların ne yaptığını öğrendi. Ve Allah, onların sonlarını inşallah yakınlaştırmıştır. Burada bulunan kardeşlerimiz, belki o sesi duyurmak adına bu kışta, bu soğukta, bu çadırda beklemek neyin nesidir diye düşünen bazıları olabilir. Ama yapılan her şey değerlidir. Kim ne yapıyorsa; biri sadece sosyal medyadan bir paylaşım bile yapıyorsa ya da birisi üç-beş kuruş bir yardım gönderiyorsa, elinden bu geliyorsa, yapılan hiçbir şeyi küçük görmüyoruz, görmemek lazım. Bunlar üst üste gidince, inşallah, öyle bir deniz-göl olacak ki zulmü boğacak.”
“Soykırım suçuna iştirak etmiş olanları buradaki mahkemelerde yargılayalım”
Partisinin soykırıma ortak olanların yargılanması noktasında verdiği kanun teklifinin hala Genel Kurula gelmediğini hatırlatan Yapıcıoğlu, “Bir kanun teklifimiz vardı, hatırlarsanız geçen sene Aralık ayında, Aralık'ın 28'inde biz Meclis Başkanlığına bir kanun teklifi verdik. Hani biraz önce dedim ya, siyonizmin iki planı var: biri, dünyanın dört bir tarafındaki yahudileri Filistin topraklarına göç ettirmek. Bu plandan dolayı israil vatandaşı olan yahudilerin çok önemli bir kısmı başka ülkelerin de vatandaşı. Türkiye vatandaşı olan kişiler de var, çifte vatandaş olan var, neredeyse bütün Avrupa ülkelerinin vatandaşı olanlar var; hem israil vatandaşı hem Avusturya, hem israil hem Almanya, hem israil hem Fransa veya işte diğer ülkeler. Şimdi bütün hükümet yetkilileri çıkıp şunu söylüyor ‘Bu soykırımcılar mutlaka bir gün bunun hesabını ödeyecek, yargılanacaklar ve cezalarını çekecekler.' Uluslararası Adalet Divanı'nda bir dava açıldı, uluslararası ceza mahkemelerinde yürüyen bir süreç var biliyorsunuz. netanyahu ve savunma bakanı ya da saldırı bakanı ya da saldırı sorumlusu, elebaşı ne diyeceksek... Onlar hakkında yakalama kararı çıkartıldı. Biz de dedik ki madem Türkiye olarak elimiz netanyahuya ya da onun o soykırımcı suç ortaklarına yetişmiyor, o zaman en azından şunu yapalım: soykırım suçuna iştirak etmiş olanları buradaki mahkemelerde yargılayalım. 1948 tarihli bir sözleşme var, soykırım suçunun önlenmesi ve soykırım suçu işleyenlerin cezalandırılmasına dair bir uluslararası sözleşme. Türkiye bu sözleşmeyi imzalamış ve Türkiye açısından 1951 tarihinde, yani bundan 73 yıl önce yürürlüğe girmiş. O sözleşmeye göre, sözleşmeyi imza atan ülkeler soykırım suçuyla küresel manada mücadele etmeyi taahhüt ediyorlar.” dedi.
“Bugüne kadar herhangi bir yerde işlenen bir soykırım suçu ile ilgili Türkiye'de bir dava açılmış değil”
Yapıcıoğlu, “2004 yılında değiştirilen yeni ceza kanununa göre soykırım suçu tarif edilmiş ve yine o kanuna göre, o soykırım suçunu dünyanın neresinde olursa olsun işleyen birisi, hangi ülkenin vatandaşı olursa olsun ve o suçu kime karşı işlemiş olursa olsun, Türkiye'de yargılanabilir. Böyle bir kanun var. Fakat kişinin yabancı olması, suçu işleyen kişinin yabancı olması, yabancı bir ülkede suç işlemiş olması ve yabancıya karşı işlemiş olması durumunda bu soruşturmanın açılabilmesi Adalet Bakanı'nın talebine bağlıdır. Adalet Bakanı isterse soruşturma açılır. Bu nedenle bugüne kadar herhangi bir yerde işlenen bir soykırım suçu ile ilgili Türkiye'de bir dava açılmış değil. Biz de verdiğimiz kanun teklifiyle dedik ki: Sadece Adalet Bakanı'nın talebine bağlı olmasın, bu konuda Meclis de karar verebilsin. Ama aynı zamanda Türkiye vatandaşı olanlarla ilgili böyle bir prosedüre de gerek kalmasın. Eğer birisi Türkiye'nin kanunlarına göre suç olan bir fiili işliyorsa, o zaman onlar Türkiye'ye geldiklerinde yargılansınlar. Ya da Türkiye'de olmadıkları zaman haklarında soruşturma açılırsa, savcılık onları çağırırsa, ifade vermeye gelmezlerse ya da gelip mahkeme huzurunda hesap vermezlerse, onları vatandaşlıktan çıkaralım ve Türkiye'deki mal varlıklarına el koyalım. Böyle toplam dört maddelik bir kanun teklifi verdik. Bu teklifimizin üzerinden neredeyse bir yıl geçti. 13 gün sonra tam bir yılı doluyor, hâlâ görüşülmeyi bekliyor. Kanun teklifimizin Meclis'in Genel Kurulu'na inmesi için bir önerge verdik çünkü komisyonlarda görüşülmedi. Görüşülmeksizin Genel Kurul'a insin diye verilen önergeler hep reddediliyordu. Bizim önergemiz kabul edildi. Önergemiz, toplam sekiz partinin desteğiyle kabul edildi. Genel Kurul'da kabul edildi fakat sırasını bekliyor. O konunun çok sonrasında verilen teklifler bizim önümüze geçti. O teklifler görüşülüp kanunlaştılar, bizimki hâlen bekliyor.” şeklinde konuştu.
Yapıcıoğlu son olarak şunları söyledi:
“Çok tartışmalar yaptık, bazen sesimizi yükselttik, bazen birbirimize kızdık. Fakat o kanunu maalesef Genel Kurul'dan geçiremedik. Şimdi yılbaşından sonra bütçe görüşmeleri bittikten sonra o kanunun gelmesini bekliyoruz. Biz, gittiğimiz yerlerde sivil toplum kuruluşlarına şunu söylüyoruz: ‘Siz de baskı yapın, siz de sesinizi yükseltin. Hiç olmazsa bir tweet atın, hashtag yapın: Ülkemizde soykırımcı istemiyorum diye, varsa soykırımcı, onlar cezalandırılsın' diye. Belki o zaman o kanunun görüşülmesi biraz daha çabuklaşır. Allah'ın izniyle bir gün o suçları, o zulümleri işleyenler bir şekilde cezalarını bulacaklar.”