İslami irfan, marifet ve hikmetin büyüklerinden Mevlana
Hazretleri, Mesnevi’de ibret verici bir öykü anlatıyor. Sembollerle anlatılan
hikâyede bir adamla sahibi olduğu ev anlaşmışlar. Ev, sahibine yıkılma zamanı
geldiğinde mutlaka kendisine haber vereceğini, tedbir alması için kendisini
uyaracağını söylemiş. Adam bu duruma sevinmiş. Nasıl olsa yıkılma tehlikesi
olursa ev bana durumu bildirecek rahatlığıyla hareket etmiş. Evin bakımını,
tamiratını savsaklamış. Gel zaman git zaman ev bakımsızlıktan harabeye dönmüş
ve bir gün ansızın yıkılıvermiş.
Evinin yıkılmasına çok üzülen adam, bu duruma bir anlam
verememiş. Hal diliyle eve, hani bana yıkılacağını haber verecektin diye
sormuş. Ev de hal diliyle ona şu cevabı vermiş: “ Yıkılacağım konusunda seni
defalarca uyardım ama sen görmedin. Duvarlarımın çatlaması bir uyarıydı. Kış
aylarında aşınmış damımdan suların şarıl şarıl akıp zeminimi ıslatması, yerlerin
çamurlu suyla dolması bir uyarıydı. Rüzgârda sütunlarımın beşik gibi sallanıp
yıkılacak gibi olmam bir uyarıydı. Lakin sen bu uyarılara kulak asmadın, tedbir
almadın, bakımımı yapmadın. Göz göre göre gelen tehlikenin, yıkımın, felaketin
farkında olmadın.”
Biz toplum olarak evi yıkımın eşiğine gelmiş gafil adama ne
kadar da çok benziyoruz? Sanki her şey yolundaymış, dünyamızı da ahiretimizi de
yok edecek her hangi bir tehlike yokmuş gibi rahat, vurdumduymaz davranıyor,
günlük sorun ve sıkıntılarımız içinde yuvarlanıp gidiyoruz. Hiçbirimiz gelip
kapımıza dayanan tehlikenin farkında değiliz. Zihnimiz basit, günlük istek ve
arzularımızla meşgul. Yıkım ansızın gelecek, tehlike birden her şeyi yangın
yerine çevirecek, kül edecek, bizi biz yapan hiçbir şey kalmayacak.
Lakin biz gaflet içinde uyumakta inat ediyoruz. Uyarıcılara
kulak asmıyor, hatta onları rahatsız edici buluyoruz. Kollarında uyuduğumuz
gaflet uykusunun sağladığı rahatlık ve uyuşukluktan bizi uyandıramaya
çalışanları öteki ilan ediyoruz, düşman belliyoruz. Onlardan kurtulmaya
çalışıyor, uyarılarını küçümsüyoruz.
Hep böyle gaflet içinde, uyuşuk uyuşuk yatıp tatlı rüyalarla
günümüzü gün edeceğimizi sanıyoruz. Hâlbuki tehlike çok büyük, tehlike çok
yakın! O korkunç yıkım günü gelip çattığı zaman yaşa, kuruya bakmayacak. Önüne
gelen her şeyi silip süpürecek…
Eylemlerimizle, yaşantımızla, yapıp ettiklerimizle
ayaklarımızın altındaki dalları kesiyoruz. Bu aymazlığımızı sürdürürsek en
yüksekten en çukura düşüp yerlerde sürünmemiz işten bile olmayacak.
Uyarıcıların feryatlarına kulaklarımızı tıkamak faydamıza
değil. Hakikatler bizi rahatsız etmemeli. Tehlikeyi görmeli, ona göre tedbir
almalıyız.
Silkinmeliyiz artık! Toplum olarak kendimize gelmeli, bir an
önce özümüze dönmek için değişimi başlatmalıyız. Değerler namına bir şeyimiz
kalmadı. Dinin ve ahlakın öğretileri çoktan terk edip gittiler aramızdan.
Nesillerimiz kayıp koyunlar gibi; başsız ve çobansız… Bizi biz yapan, bir arada
tutan, ahlak ve insanlığa dair ne varsa yıkıma uğradı; Aile yok oluyor, toplum
çöküyor.
Biz kendimizi değiştirmedikçe, değişim için gayret sarf
etmedikçe Allah bizi değiştirmeyecek. Biz Allah’ı unutursak O da bizi unutacak.
Allah tarafından unutulan, talihsiz bir toplumun fertleri olmak ne kadar acı.
Ebedi mutluluk, ebedi huzur, dünya ve ahiret saadeti bir daha gelmemek üzere
bizi terk etmeden, kaybedenlerden olmadan kendimize gelmeli, toparlanmalı,
tehlikenin farkına varmalıyız.
Tehlike çok büyük ve çok yakın! Zaman az, imkânlar kısıtlı.
Korkunç son bir adım ötemizde…