Zor zamanlardan geçiyoruz. Musibetler
yağmur yağmur yağıyor adeta…
Çöken her binanın altında daralan, nefes
alamayan, taşlar arasına sıkışan her insanın ahını ve acısını zerre zerre
soluyor bütün bir alem. Kaçış yok!
Molozlar, demirler, enkaz yığınları.. Her
biri vuslat yollarına düşen koca taşlar misali ayırıyor canları.
Ah o taşlar!
Kanatan, acıtan, param parça eden o
taşlar...
Bela taşları onlar...
Tamda bugünlerde, taş, bela, imtihan
deyince, Taif geliyor aklımıza, Kutlu’ya hasretle...
Elbette bela taşları çoktur. Bazen
Rabbimizden gelirler bir hikmete binaen, bazen kullardan gelirler zulümle,
bazen de kendi ellerimizle yaptıklarımız nedeniyle gelirler...
En nihayetinde imtihandır o taşlar.
Sahi nasıl da isabet etmişti o taşlar
Kutlu Nebi’ye.. Zeyd Bin Harise (r.a) siper etmişti vücudunu O’na; “Sana gelen
bana gelsin” diyerek, cansiperane...
Zaten her can, canından öte bildiği
canlar için siper etmez mi bela taşlarına kendini?
Sadece bu depremde bile kim bilir kaç
örneğini gördük, duyduk..
Ama yine de isabet etmişti bela ve
imtihan taşları Kutlu Nebiye.
Mübarek vücudunu ve nazenin yüreğini
kanatmıştı. Sadece taşlar değildi elbette onu acıtan. Yeryüzü tüm genişliğine
rağmen dar gelmişti. Çaldığı kapılar yüzüne kapanmıştı birer birer. Elini
tutacak bir el yoktu o gün.
Kırgındı, şaşkındı, kederliydi,
yaralıydı, üzgündü, ağlıyordu, titriyordu...
İşte o vakit ellerini, yüreğini açtı
ümitler sultanına ve şöyle niyaz etti:
Ya Rabbi! Kuvvet ve kudretimin en zayıf
hâliyle, elimdeki çare ve vasıtaların en basitiyle, insanların gözünde ifade
ettiğim değersizliğimle Sana yalvarıyor, Sana sığınıyorum.
Ey merhametlilerin en merhametlisi! Sen
zulme uğramış tüm mazlumların Rabbisin. Sen benim de Rabbimsin. Beni kimlerin
eline bırakıyorsun? Bana kaba ve sert davranan bir yabancıya mı, yoksa bana
üstün kılacağın bir düşmana mı?
Eğer Sen bana dargın değilsen, başıma
gelen eziyet ve işkencelere aldırmam. Ancak Sen’den gelecek bir himaye ve
koruma çok daha hoştur. Öfke ve gazabına uğramaktan; karanlıkları aydınlatan,
dünya ve ahiret işlerini düzene koyan Zât’ının nuruna sığınırım! Sadece Sana
sığınır ve Sen’in rızanı dilerim. Senden başka kuvvet ve kudret yoktur!”
Sonra ne mi oldu?
Sonrasında kapanan onca kapıya mukabil,
Rahman’ın gökyüzü kapıları açıldı!
Uzanamayan onca ele mukabil, Rahman’ın
nusret ve kudret eli uzandı!
Taif’in bela taşları, meğer Mi’rac’ın
yollarına döşenen rahmet taşlarıydı. Amma ne yaman imtihan taşlarıydı onlar.
Öyle ki, onlara sabretmenin mükâfatı, İsra ve Mi’rac mucizesi oldu.
Evet, gerçekten çok zor zamanlardan
geçiyoruz. Deprem sadece arzı değil, depreme uzaktan şahit olan tüm insanları
bile sarstı.
Bizzat yakalananların hali malum..
Kiminin imtihanı, kimine göre kat kat...
Tarifsiz ve bitimsiz acılar var. Bela
taşları delmiş sineleri.
Ama iman ediyoruz ki, “Her zorluktan
sonra bir kolaylık vardır.”
Her darlıktan sonra bir ferahlık, her
karanlıktan sonra bir aydınlık!
Ve yine iman ediyoruz ki; Taif’lerin
imdadına yetişecektir Mi’raclar...
Ancak şimdi bize düşen Taif’in mesajı
olan pasif değil, etkin bir sabrı kuşanıp, Mi’racın hediyesi olan namaz ile,
Rabbimize sığınarak ve O’nun rızasına uygun, düştüğümüz yerden kıyama
kalkarak, bu zorlu imtihanları yine O’nun yardımıyla atlatmaktır.
“Ey iman edenler! Sabır ve namazla
Allah’tan yardım dileyin. Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.”
(Bakara,153)