0

 

Bembeyaz bir sabaha alnımdan öperek uyandırdı annem beni. Gülümseyerek uyandım. Annemin gözlerinin içine baktım. Sanki bir daha görmeyecekmişçesine… Beni kucağına alması için ağlamaya başladım. Kokusunu özlemiştim geceden bu yana. İlgi ve alaka istiyordum her minik bebek gibi… Alsın beni kucağına, bana sarılsın. Ninniler söylesin. “Yavrum” diye sevsin beni. Annem, canım annem… Hiç kıyar mı can paresine. Dayanır mı yavrusunun yanık ağlayış türküsüne. Alıverdi beni beşiğimden. “Bismillah” dedi. Yumuşacık elleriyle saçlarımı düzeltti. Elini yanağımın, alnımın üzerinde gezdirdi. Bendeyse var olan doyumsuz bir mutluluk… Tertemiz kundağımda, anamın kucağındayım. Anama bakıyorum, bakıyorum.

İçimde tuhaf bir his ve tuhaf bir sıkıntı var. Korkuyla uyanıyorum, ağlıyorum. Annem oturmuş usulca bir köşeye, Kuran okuyor. Ona bakıyorum, beni almasını istiyorum. Bir korku var içimde ve ben korkuyorum. Sesimi yükseltiyorum. Annem kapatıyor kutsal kitabını, yanıma doğru geliyor. Beşiğimi sallıyor, belli ki susmamı istiyor. “Ana beni kucağına al, sımsıkı sar beni. Ki güven içinde hissedeyim kendimi.” Annem bakıyor bana, ağlamam acıtıyor onun yüreğini. Beşiğimin sallanma hızını arttırıyor. Ninniler söylüyor bana. ”Annem alsana beni kucağına… Beşik bana yâr değil senin kucağındır yâr bana.” Çığlıklarım dolduruyorum minik yuvamızı, sıcacık odamızı. Aniden bir patlama sesi. Pencere camları parça parça… Annemin gözlerinde bir korku… Benim saniyelik sükûtumdan sonra az önceki ağlayışımın kat kat üzerinde bir bağırış var, yaşlar damlıyor yanaklarımdan ard arda. Korkuyorum. Patlamalar çok ağır geliyor, sesler minik kulağımı çınlatıyor, ürperiyorum, titriyorum. Daha dakikalar önce ben uyurken bu bağrışım, ağlayışım neyin habercisi, hangi felaketin önsezisi? Hiçbir şey bilmeden, ağlıyorum.

Annem, yar annem korku dolu gözlerle bana bakıyor. Telaş ve endişeyi soluyor. Ben yine ağlıyorum. Beşiğe doğru eğiliyor. Kundaklı olduğum hâlde beni kucağına alıyor. Kollarına sarıyor. Nefes nefeseyim. Ağlamaktan kıpkırmızı olmuş yüzüm. Ter atıyorum, yaş döküyorum. Annem susturmaya çalışıyor beni. Susmuyorum. Susamıyorum. Ben bu aciz hâlimle yapabileceğim eylemlerin en son haddini, en uç noktasını fiiliyata geçiriyorum. Elimden gelen tek şey ağlamak… Bir bebek olup, kundakta bulunduğum hâlde haykırıyorum, ağlıyorum. Yine çilekeş anama bakıyorum. Keşke dilim çözülebilseydi de anneme sorabilseydim. Ana bu nedir, he hâldir? Ana ben daha senin tatlı sesinden, ince nağmelerinden başka bir melodi duymamışken bu sesler, gürültüler de nedir? Annem sen bilirsin, sen benim annemsin. Söyle başımıza bunları yağdıranlar kimlerdir? Ana söylesene suçumuz nedir? Ya da söyle ana, yavrucağın farkında olmadan ne suç işledi de, belki ölümün hemen ötesindedir.

Annemde korku, endişe… Bilememezlik, belirsizlik ve çaresizlik var gözlerinde. Beni bastırıyor bağrına, sarıyor sıkı sıkıya, bana bir şey olmasın diye. “Ah annem, keşke biraz daha büyüseydim de kollarımı sarabilseydim bedenine. Kundağım engeldir bana, bağımı çöz de tutayım eteğinden, yapışayım örtüne.” Annem yöneliyor kapıya, kapatabilsin diye. “ Ama anne bu hâlin ne? Niçin nefes alamıyorsun, niçin bana gülmüyorsun? Annem niye öksürüyorsun? Neden ciğerinden kesik kesik soluyorsun? Annem bana bak hele. Öksürme anne, bana gülümse. Bana yavrum de. Bana ninniler söyle. Annem bunu sana kim yaptı, kötü adamlar senden ne istedi anne. Ana bırakma beni bir başıma kundağımın içinde.

Annem gittikçe kötüleşiyor, öksürüyordu kapıya yaklaştıkça. Hem beni göğsüne bastırıyor hem ağzını kapatıyordu beyaz yazmasıyla. Annem… Düştü… “Annem kalk ayağa. Kapının önünde durma ana. Çıkma dışarıya. Yine götür beni sıcacık yuvamıza. Kalksana. Düşme ana. Sen güçlüsün, benim annemsin. Annem eğilme kötü adamların karşısında.” Annem durdu kapımızın önünde. Nefes nefese kalmış bir vaziyette baktı benim yüzüme. Ben ağlıyorum bakıyorum anneme. Öksürüyordu yine yaşlar dökülürken gözlerinden tane tane. Zorlansa da bana baktı gülümsedi hafifçe. Son kez bastı beni bağrına ve düştü yüz üstü toprak üstüne. Ah anne… Ah anne…

Annem yerde uzanmış ben ağlıyorum çığlık çığlığa. Annem can vermişken dahi koruyordu beni vücudunun altında. Anam aç gözlerini, yavrunu kötü adamlar arasında bırakma. Ana hani hep fısıldardın kulağıma “yavrum sen büyüyeceksin, Kuran’ı heceleyeceksin” hani ana. Hani derdin ya “serpileceksin, yetişeceksin” hani can ana. Anne ben nasıl savunayım kendimi bu zalim dünyada. Bana bir tek ilgi ve sevgi gösteren sendin. Müslüman teyzeler ve amcalar duymaz ki benim ağlayışımı, işitmez ki benim çığlığımı, haykırışımı ben mazlum Halepçe’de mazlum oldukça. Müslüman ablalar görmez ki benim zehirli gazlara maruz kaldığımı, Müslüman abiler senin gibi okşamaz ki üstüme toz-toprağın bulaştığı başımı, bana sen yârsın ana. Annem benim nefesim yetmez zehirli gazı solumaya. Benim minik yüreğim dayanmaz gaflete, ihtilafa, kardeş kavgaları ve zelilce bir suskunluğa. Nefes bitti minik ciğerimde ana. Bedenimin tatlı sıcaklığı bırakıyor yerini ölüm soğukluğuna. Ana ben yirmi sekiz yıldır ölüyorum ama Müslümanlar hâlâ uykuda. Ben yirmi sekiz yıldır ölüyorum Müslüman teyze ve amcaların karşısında. Anam ah ana… Ya bu ümmetin uyanışı kaç yirmi sekiz yılı daha barındırıyor kucağında? Ha can ana…

 

 

Ryan Reynold

0 yorum

FİKRİNİZİ BELİRTİN

Zorunlu alanları doldurunuz *