0

Yürüyordu. Sırtında çantası, diğer elinde yol boyunca taşıyacak olacağı yeşil sancağı vardı. Uzun bir yolda elinde ulaştırması gereken bir emanet olduğu hâlde ilerliyordu. Kendisine bir görev verilmişti. Sıkı sıkıya tuttuğu emaneti yolun sonunda sahibine sağ salim teslim etmek ve yeşil sancağı varılan hedefe, emanet sahibinin ismini haykırarak dikmekti görevi. Çantasında ise kendisini muhtemel tehlikelerden koruyacak fazla büyük olmayan ancak oldukça sağlam bir sopa bulunuyordu. Epeydir yürüyordu. Bir ara durdu. Nefes nefeseydi. Elini gözlerine siper yaparak ufka doğru baktı. Hayır, yürüdüğü şu yolun sonu yoktu. Moralini bozmadı. Umudunu yitirmemeliydi. Çünkü bu yolun sonunda emanetin sahibi kendisine büyük bir hediye, bir ödül vaad etmişti. Sabretmeliydi. Elini indirdi. Birkaç kez sıkıp açtı. Derin bir nefes alıp yeniden yürümeye başladı.

Yürüyordu. Ancak birden yüzüstü yerde buldu kendini. Neresi yaralanmış neresi acımış umurunda değildi. Sağ elindeki emanete bakmıştı her şeyden önce. Hayır, emanet zarar görmemeliydi. Sağ salim sahibine iletilmeliydi. Korkuyla emaneti gözden geçirdi. Derinden bir "oh" çekti. Neyse ki emanet bir zarara uğramamıştı. Ellerini toprağa yaslayıp doğruldu. Dizleri ve dirsekleri acımıştı. Bazı yerleri kanamıştı. Düşme sebebini arıyordu şimdi gözleri. Dikkatle gezdirdi gözlerini çevresinde bulunan nesneler üzerinde. Elleri de yardım ediyordu gözlerine. Sert bir cisme çarpmıştı eli. Bu büyük bir taştı. Çantasından el fenerini çıkardı. Taşa baktı. Simsiyahtı. Anlamıştı neyin kendisine engel olduğunu. Bu dünya ve nefsiydi. Taşı eline aldı. Kendisinin sahibi olan zatın ismini haykırdı. "Ya Allah" dedi ve taşı bütün gücüyle en uzağına doğru fırlattı. Taş kendisinden olabildiğince uzaktı şimdi. Artık daha emin ve ihlâslı adımlarla hedefine doğru yol alabilirdi. Ve almaya da başlamıştı.

İlerledikçe yeni yollar ve güzergâhlarla karşılaşıyordu. İşte yine bir yol ayrımındaydı. Önünde biri ufka dosdoğru uzanan biri sağa biri de sola açılan üç yol vardı. Hangisine gitmeliydi. Üç yolun başında bulunan tabelalara baktı. Solda " nefis, zillet, vahşet, küfür" tabelası duruyordu. Tabelayı okur okumaz başını çevirdi ve diğer yollara yöneldi. Sağ yolun tabelasını okuyordu şimdi. " Arzu, istek, şehvet, lezzet" kelimeleri dizilmişti art arda. Hem emanetin hem kendisinin sahibine sığındı. Ortada duran, ufka uzanan yola yöneldi. Tabelada "sabır, azim, ihlâs, hicret, mahkûmiyet, şehadet"  yazıyordu sıra sıra. Hafif bir gülümseme yayıldı simasına. Gözleri o kadar şeyi anlatıyordu ki… O gözlerden anlaşılan ilk mesaj, yürüdüğü şu dosdoğru yoldan oldukça memnun olduğu ve tabelada yazan her bir özelliği kendisinin bizzat yaşamaya hazır olduğuydu. Artık daha iyi anlamıştı. Kesinlikle hiçbir yola sapmayacak, ne sağa ne sola yönelmeyecek, sadece dosdoğru yolda ilerleyecekti. Yere çömeldi. Çantasını açıp içinden yeşil kaplı bir kitap çıkardı. İlk sayfalarında yazılı bulunan bir yeri işaretledi. "Bizleri doğru yola ilet. Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna; gazaba uğrayanların ve sapıkların yoluna değil (Fatiha 6-7)". Kitabı öpüp başına koyduktan sonra tekrar çantasının içerisine bıraktı. Şimdi ortadaki yola yönelmiş, dosdoğru bildiği yolda ilerlemeye koyulmuştu

Yürüyordu yürüyordu. Sonra durdu. Etrafı uçurumlarla dolu olan şu uzun yolda birkaç adam gördü. Adamlar bilerek mi uçuruma doğru ilerliyorlardı yoksa istikametlerinin uçurum olduğunun farkında değiller miydi? Avazı çıktığı kadar bağırdı. " Duruuun. Orası uçurum gitmeyin! Hayır, tehlikedesiniz geri dönün. Önünüzde ölüm var durun!" Kendisini duymuyorlardı. Hem bunun ardı sıra kara bulutlar da gökte belirmeye başlamıştı. Ne yapacaktı. Elindeki emaneti göğsüne bastırdı. Bir diğer elindeki sancağı sıkı sıkıya tuttu. Ve koşmaya başladı. Toprak ayağının altından kayıyor, sancağı rüzgârla dalgalanıyordu. Adamlara doğru hızla koşarken, yağan yağmur onu ıslatmaya başlamıştı. Durmamalıydı. Yağmur, o adamları o uçurumdan döndürmesine engel olmamalıydı. Daha da koştu. Adamlar ve uçurum arasında sadece iki-üç metre kalmıştı. Bir yandan bağırıyor diğer yandan koşuyordu. İşte onlara yetişmişti. Yanlarına kadar gitti. Onları engellemeye çalıştı. Hiçbir şekilde kendisini duymuyorlardı. Hayır, bu böyle olmayacaktı. Son bir metre kala kendisini önlerine atıp kollarını açtı. Adamların nasıl bir tepki vereceğini beklemeden arkaya doğru hızla onları itti. Adamlar neye uğradıklarını şaşırmış bir vaziyetteyken kendisi son anda kurtulan adamlar adına kendisini bu yolda görevli kılana hamd etmekle meşguldü. Sonra adamlara döndü. Yere çömeldi. Sırt çantasından her bir adam için işaret koyduğu kitaptan bir tane ve yine bir yol haritası çıkardı. Onlara verdi. Ne yapmaları gerektiğini, bu yolda nasıl ilerlemelerini ve böylesi tehlikelere karşı nasıl hareket edileceğini onlara gösterdikten sonra selam verip ayrıldı. Yine yürümeye başladı.

                                    

Ryan Reynold

0 yorum

FİKRİNİZİ BELİRTİN

Zorunlu alanları doldurunuz *