0

Hz. Peygamber (sav) ailesini, akrabalarını ve tüm insanlığı çok seviyordu. Çünkü âlemlere rahmet olarak gönderilmişti. Sevgisi o kadar kuşatıcı ve o kadar samimi idi ki, ailesinden, akrabalarından ve tanımadığı insanlara varıncaya kadar herkes O’nun sevgi halesinin içerisinde idi. Sevgisini her zaman ve her durumda dile getiriyor ve hiçbir şahsın İlahi davetten mahrum kalmamasını, hidayet dairesinin içerisine dâhil olmasını arzuluyordu.

Çünkü birisini sevmenin, ancak onu hidayete çağırmakla, Allah’a gerçek anlamda kul olmasını ve Rabbine yaraşır şekilde ibadet etmesini sağlamakla mümkün olabileceğini Rabbinden öğrenmişti. Ve şöyle emir ediyordu:”Benimle sizin misaliniz, ateş yakan bir adam misali gibidir ki; hemen pervaneler, kelebekler o ateşin içine düşmeye başlarlar. O bunları savar. Bende ateşten korumak için eteğinizden tutuyorum. Hâlbuki siz elimden kaçıyorsunuz.”

O (sav) Allah (cc)’ın elçisi idi. Hakkın ve hakikatin tebliğcisi idi. Hakka tabi olunmadığı zaman, insanların acıklı sonlarının nasıl olacağını yakinen bilmekte idi. Ve biliyordu ki, kim Allah’a ve peygamberine uymaz ise aynen kelebeklerin ateşe atlaması gibi, cehennem ateşine gireceklerini ilahi vahiy ile biliyordu. Bu bilinç ile ve âlemlere rahmet olarak gönderilmenin şefkat ve merhameti ve nübüvvetin hassasiyeti ile ilk olarak ailesine ve daha sonra bütün akrabalarına –ki Mekke ahalisinin tamamı direkt veya dolaylı olarak birbirinin akrabası idi-. Ve hiç kimseyi istisna etmeyecek şekilde, onlara İslami tebliğ etti. Kimisi bu daveti kabul etti ve hidayete erdi. Kimisi de kabul etmedi, küfründe inat etti ve hidayetten yüz çevirdi.

İslamı kabul edenler, kelebeklerin ateşe girmelerinin alıkonulması gibi ateşten muhafaza edildi. Ama islamı kabul etmeyenler de “hâlbuki siz elimden kaçıyorsunuz.”şeklinde ki gibi ateşe duçar oldular. O (sav) sevgisini, gece gündüz her şartta göstererek ateşe karşı bir set oldu. Ailesini ve akrabalarını ateşten korumaya çalıştı. Hiçbir akrabasının ateşe müstahak olmaması gerektiğini, azim ve kararlılıkla onlara davasını anlattı, sevgi ve muhabbetle onları kucaklayarak hidayet yoluna sevk etti.

Ama akrabaları, büyük bir nankörlük örneği sergileyerek, bu büyük sevgiyi göremediler, görmek istemediler. Bu sevgiyi karşılıksız bırakarak büyük bir bahtsızlıkla, inadı kini ve nefreti tercih ettiler. Kin ve nefreti tercih etmekle kalmadılar, bunu fiiliyata dökerek O(sav)’na ve O’nun sevgisine icabet edenlere eziyet ettiler, hakaretler ettiler, işkence ettiler ve onlara hayat hakkı tanımamaya başladılar. Bu eziyetlerini öyle büyük bir inatla sürdürdüler ki Allah’ın elçisini ve ashabını çok yönlü bir ambargo ile tamamen ortadan kaldırmayı dahi düşündüler. Ambargo o kadar sarsıcı oldu ki, Müslümanlar ağaç yaprakları ve ot yiyerek yaşam mücadelesini verdiler. Açlık ve susuzluktan çocukların ağlama ve iniltileri ta Mekke’nin öbür ucunda duyuluyordu.

Ama peygamber efendimiz, bu sevgi Mekke’de karşılık bulmazsa, belki Taif, belki başka bir yerde karşılık bulabilir ümidi ve azmiyle Taif taraflarına yöneldi. Belki oradaki insanların tevhidi anlayabileceklerini, belki hakkı kabul ederek, cehennem ateşinden muhafaza olunabileceklerini düşündü. Bu amaçla Taif halkına sevgisini göstermek, onları ateşten alıkoymak ve cennete nail olmalarına vesile olmak ümidiyle, onları İslama davet etti.

Fakat bunlar da âlemlere rahmet olarak gönderilen elçinin sevgisini anlayamadılar, amacını idrak edemediler şefkat ve hassasiyetini görmezden geldiler. Çünkü onların kalpleri de Mekkeli müşriklerinki gibi kas katı kesilmiş ve tamamen kararmıştı. Şirkin kararttığı, zulmün katılaştırdığı bir kalbin nübüvvetin sevgisini anlamasını beklemek elbette mümkün değildi. Taif’liler de kararan kalplerinin verdiği kin ve nefretle hidayet elçisini yurtlarından çıkardılar, hakaret edip taşlayarak, mübarek vücudunu yaraladılar. Sevgiye karşılık kin ve nefreti, hidayete karşılık şirk ve zulmü, tebliğ ve hakka karşılık hakaret ve taşlamayı tercih ettiler.

Ve Cebrail (as) bulutun üstünde Nebi (sav)’i selamlıyor. Dağlar meleği de O’(sav)nu selamlıyor ve Allah’ın emri ile ne istersen onu yapacağını söylüyor ve ekliyor:”Eğer istersen Allah’ın izni ile şu Mekke’nin içinde bulunduğu şu iki dağı birleştirerek onları (Mekke’yi) helak edebileceğini söylüyor.”

Mekke gözlerinin önünde canlandı. Mekke’nin sokakları, evleri ve beytullah. O sokaklarda gezerken gördüğü eziyetler, insanları İslam’a davet ederken karşılaştığı zorluklar, tebliğ amacıyla hac için gelenlerin çadırlarını dolaşırken, Ebu Leheb’in onun arkasından sarf ettiği çirkin sözler, Beytullahı tavaf ederken ve orada namaz kılarken O’na reva görülen hakaretler!

Hele o kimsesiz ashabının karşılaştıkları! Hz. Bilal’a yapılan işkenceler, kızgın çöl kumlarının üstünde ‘ahad ahad’ sesleri, bayılıncaya kadar yediği dayaklar. Hz. Habbab’ın ateşlerde dağlanışı ve büyük bir mahrumiyet. Ve Yasir ailesinin tamamına yapılan işkence ve o işkencenin sonunda Sümeyye’nin mazlumca şahadeti.

Bütün bunlar gözlerinin önünde geçti. Eğer dağlar meleğine evet derse, Mekke helak olacak, Mekke ve içindeki azgınlarla beraber yerin dibine geçecek, şirkin ve zulmün sonu gelecek, cehaletin temsilcileri yok olup gideceklerdir.

Ama sevgi ve merhamet peygamberi:”hayır” diyor, dağlar meleğinin isteğini geri çeviriyor:”Belki onların neslinden insanlar çıkar da Allah’a iman edip ibadet ederler, hakka ve hidayete tabi olurlar” diyerek ümidini ve insanlara olan sevgi ve şefkatini ortaya koyuyor. Bu davranışı ile sevgi ve kardeşliği esas alıyor, çektiği onca sıkıntıya rağmen insanların bir gün hakkı kavrayabilecekleri ümidini hiç yitirmiyor.

Ryan Reynold

0 yorum

FİKRİNİZİ BELİRTİN

Zorunlu alanları doldurunuz *