Hoşgörü, genel manada
karşısındakini anlamayı, onun inançlarına, düşünce tarzına, tutumlarına
takılmadan ona müspet bakmayı ve onunla yakınlaşmakta bir beis görmemeyi ifade
eder.
Hâkim İslam toplumunun gayri
Müslimleri içinde barındırmayı kabul ettiği düşünüldüğünde hoşgörülü olmak
Müslümanların zorunlu hâllerinden bile kabul edilir. Oysa İslam, Müslümanın
başkalarıyla ilişkisini bazı esaslara bağlamıştır. İslam, Müslümana
günlük yaşamda fıkhın esasları doğrultusunda başkalarına karışma izni verirken
cepheleşme söz konusu olduğunda Müslümanın başka kimliklerin içinde yer
almasına izin vermemiştir. İslam karşıtlarına karışmak ve onların hedeflerine
hizmet etmek, İslam’da şiddetle reddedilmiştir. Bu izin ve ret, Müslümanın
tutumlarını bir dengeye oturtur ve onun bütün insanlığa önderlik makamında yer
almasını sağlar. Söz konusu denge bozulduğunda ise Müslüman, önderliğini
yitirir. Bugün, böyle bir hâlle karşı karşıyayız. Bunun nedeni ise Batı
istilasının zihinsel operasyonlarıdır.
İslam dünyasında fıkhı zorlayarak
dengeleri sarsma işaretleri veren bir hoşgörü eğilimi, muhtemelen yeni Müslüman
olanların İslam toplumuna adaptasyonu mahiyetinde ortaya çıkmıştır. Söz konusu
eğilim, Müslümanların saflarını çoğaltmak için, “maslahat” bağlamında akide ve
fıkıhta esneklik yönünde talepler dile getirmiştir ve bu talepler, hâkim İslam
toplumunda bir kimliksizleşme tehdidine yol açmamıştır. Aksine Müslümanlaşmayı
sağlama yönünde kanallar açmıştır.
Abbâsîler devrinde İslam’a
yönelmenin hızlanması sürecinde yaygınlaşan bu eğilim, hâkim bir toplumun,
zayıf bir toplumu düzenleme ve kendi içinde eritme yönündeki bir stratejisi
kapsamında iş görmüştür.
Batı istilası, zannedilenin
aksine İslam tarihi açısından “Haçlılık” karakterine sahip olmaktan öte,
“Moğol” bir karaktere sahiptir.
Batı istilası, irsiyet bakımından
Haçlılara uzansa da tutumları açısından Cengiz ve torunlarının izindedir. Onu
âdeta taklit etmektedir.
İslam tarihinde Müslümanların
zihniyle uğraşan ilk istilacı güç olan Moğollar, söz konusu hoşgörü eğilimini
ters yönde işletmişler, Müslümanları Moğol idaresine alıştırma, Moğol
istilasını İslam dünyasında normalleştirme ve kalıcılaştırma yönünde
kullanmışlardır.
Hoşgörü eğilimi, bu mahiyette
Moğol istilasının ikinci evresidir. Birinci evre fiziki istiladır. O evrede
Müslümanların yurtları ele geçirilmiş, kafaları uçurulmuştur. İkinci evre ise
zihinsel istiladır. O evrede Müslümanların zihinleri ile oynanmış, hâkim ve
önder bir Müslüman tipi yerine mahkûm ve başkalarının ardına takılan bir
Müslüman tipi üretme yoluna gidilmiştir.
İslam tarihinin ilk evresinde
Müslümanlar, başkalarını hoş görürken bu evrede Müslümanlar, başkalarına hoş
görünme uğraşına teşebbüs etmişlerdir.
Sâsânî mirasından istifade eden
uzmanların önderliğinde geliştirilen bu eğilim, yüzyıl kadar ağır tahribatlara
yol açmış ama ardından Müslümanların yeniden güç kazanmasıyla bertaraf
edilmiştir. Osmanlı evresinde söz konusu eğilim, yeniden İslâmî esaslar
üzerinden varlık göstermiş; Müslümanların başka toplumları eritmesi yönünde iş
görmüştür.
Batı istilası, Büyük Britanya’nın
(İngiliz) istilasını kalıcılaştırma siyaseti çerçevesinde oldukça erken evrede
Hindistan gibi coğrafyalarda hoşgörüyü Müslümanları kimliksizleştirme yönünde
bir sermaye olarak kullanmaya yöneldi. İngiliz istilasının Hindistan
Müslümanlarına kabul ettirilmesi çabalarında hoşgörü araçsallaştırıldı.
O çabalarda, başkalarıyla
münasebette “Müslüman yaklaşımı”; sözde “insan” merkezine çekilerek aslında yok
edildi. İnsan merkezine çekilme, bir yükseliş, bir üst anlayışa ulaşmak gibi
tarif edildi. Oysa İslam’dan uzaklaşma, hangi mahiyette ve hangi amaç uğruna
olursa olsun düşüşü ifade eder ve bu düşüş, salt manevi gibi görünse de
Müslüman toplumda her manevi düşüş, maddi bir düşüşe de yol açtığından nihayetinde
maddi yani fiziki bir düşüştür.
Dün kendi kimliklerinin farkında olan Müslümanlar, önderlik makamında iken, kimliklerini yitiren Müslümanlar, istilacıların kölesi, tabisi konumuna düştüler ve bu, kimliklerini yitiren bütün Müslümanlar açısından genel geçer bir durumdur. Kimliğini yitiren, dolayısıyla kendisiyle başka toplumlar arasındaki sınırları yok sayan her Müslüman toplum, başkalarının tabisi olmaya mahkumdur.
0 yorum