0

Hoşgörü, genel manada karşısındakini anlamayı, onun inançlarına, düşünce tarzına, tutumlarına takılmadan ona müspet bakmayı ve onunla yakınlaşmakta bir beis görmemeyi ifade eder.

Hâkim İslam toplumunun gayri Müslimleri içinde barındırmayı kabul ettiği düşünüldüğünde hoşgörülü olmak Müslümanların zorunlu hâllerinden bile kabul edilir. Oysa İslam, Müslümanın başkalarıyla ilişkisini bazı esaslara bağlamıştır.  İslam, Müslümana günlük yaşamda fıkhın esasları doğrultusunda başkalarına karışma izni verirken cepheleşme söz konusu olduğunda Müslümanın başka kimliklerin içinde yer almasına izin vermemiştir. İslam karşıtlarına karışmak ve onların hedeflerine hizmet etmek, İslam’da şiddetle reddedilmiştir. Bu izin ve ret, Müslümanın tutumlarını bir dengeye oturtur ve onun bütün insanlığa önderlik makamında yer almasını sağlar. Söz konusu denge bozulduğunda ise Müslüman, önderliğini yitirir. Bugün, böyle bir hâlle karşı karşıyayız. Bunun nedeni ise Batı istilasının zihinsel operasyonlarıdır.

İslam dünyasında fıkhı zorlayarak dengeleri sarsma işaretleri veren bir hoşgörü eğilimi, muhtemelen yeni Müslüman olanların İslam toplumuna adaptasyonu mahiyetinde ortaya çıkmıştır. Söz konusu eğilim, Müslümanların saflarını çoğaltmak için, “maslahat” bağlamında akide ve fıkıhta esneklik yönünde talepler dile getirmiştir ve bu talepler, hâkim İslam toplumunda bir kimliksizleşme tehdidine yol açmamıştır. Aksine Müslümanlaşmayı sağlama yönünde kanallar açmıştır.

Abbâsîler devrinde İslam’a yönelmenin hızlanması sürecinde yaygınlaşan bu eğilim, hâkim bir toplumun, zayıf bir toplumu düzenleme ve kendi içinde eritme yönündeki bir stratejisi kapsamında iş görmüştür.

Batı istilası, zannedilenin aksine İslam tarihi açısından “Haçlılık” karakterine sahip olmaktan öte, “Moğol” bir karaktere sahiptir.

Batı istilası, irsiyet bakımından Haçlılara uzansa da tutumları açısından Cengiz ve torunlarının izindedir. Onu âdeta taklit etmektedir.

İslam tarihinde Müslümanların zihniyle uğraşan ilk istilacı güç olan Moğollar, söz konusu hoşgörü eğilimini ters yönde işletmişler, Müslümanları Moğol idaresine alıştırma, Moğol istilasını İslam dünyasında normalleştirme ve kalıcılaştırma yönünde kullanmışlardır.

Hoşgörü eğilimi, bu mahiyette Moğol istilasının ikinci evresidir. Birinci evre fiziki istiladır. O evrede Müslümanların yurtları ele geçirilmiş, kafaları uçurulmuştur. İkinci evre ise zihinsel istiladır. O evrede Müslümanların zihinleri ile oynanmış, hâkim ve önder bir Müslüman tipi yerine mahkûm ve başkalarının ardına takılan bir Müslüman tipi üretme yoluna gidilmiştir.

İslam tarihinin ilk evresinde Müslümanlar, başkalarını hoş görürken bu evrede Müslümanlar, başkalarına hoş görünme uğraşına teşebbüs etmişlerdir.  

Sâsânî mirasından istifade eden uzmanların önderliğinde geliştirilen bu eğilim, yüzyıl kadar ağır tahribatlara yol açmış ama ardından Müslümanların yeniden güç kazanmasıyla bertaraf edilmiştir. Osmanlı evresinde söz konusu eğilim, yeniden İslâmî esaslar üzerinden varlık göstermiş; Müslümanların başka toplumları eritmesi yönünde iş görmüştür.

Batı istilası, Büyük Britanya’nın (İngiliz) istilasını kalıcılaştırma siyaseti çerçevesinde oldukça erken evrede Hindistan gibi coğrafyalarda hoşgörüyü Müslümanları kimliksizleştirme yönünde bir sermaye olarak kullanmaya yöneldi. İngiliz istilasının Hindistan Müslümanlarına kabul ettirilmesi çabalarında hoşgörü araçsallaştırıldı.  

O çabalarda, başkalarıyla münasebette “Müslüman yaklaşımı”; sözde “insan” merkezine çekilerek aslında yok edildi. İnsan merkezine çekilme, bir yükseliş, bir üst anlayışa ulaşmak gibi tarif edildi. Oysa İslam’dan uzaklaşma, hangi mahiyette ve hangi amaç uğruna olursa olsun düşüşü ifade eder ve bu düşüş, salt manevi gibi görünse de Müslüman toplumda her manevi düşüş, maddi bir düşüşe de yol açtığından nihayetinde maddi yani fiziki bir düşüştür.

Dün kendi kimliklerinin farkında olan Müslümanlar, önderlik makamında iken, kimliklerini yitiren Müslümanlar, istilacıların kölesi, tabisi konumuna düştüler ve bu, kimliklerini yitiren bütün Müslümanlar açısından genel geçer bir durumdur. Kimliğini yitiren, dolayısıyla kendisiyle başka toplumlar arasındaki sınırları yok sayan her Müslüman toplum, başkalarının tabisi olmaya mahkumdur.

Ryan Reynold

0 yorum

FİKRİNİZİ BELİRTİN

Zorunlu alanları doldurunuz *