0

Dolayısıyla seküler siyaset, “politik” bir karakterle aldatmayı normalleştirir. Kitlelerin aldatılarak bazı hususlara inandırılması ama her seferinde bir daha aldatılmayacağına dair bir umutla beslenmesi… Seküler siyasi sürekliliğin karakteridir.

Kitle, zamanla öylesine aldatılmaya alışır ki aldatılmamayı anormal görür, aldatmayanlara günü geldiğinde “en sinsice” aldatacak olanlar olarak bakar. Bu durumda artık kitlenin ruhu bozulmuş; kitle, dürüst olana düşman olmuştur. Zira kitle için dürüst olan; aldatılmayı gizleme başarısına sahip en usta aldatıcıdır ve siz, bir siyaset erbabı olarak dürüst oldukça kitle, size uzak durur. Bu, hastanın hekimden korkması kadar acınacak bir ruh hâlidir.  

Ne yazık ki Türkiye’de kitlenin bir bölümü, siyaset karşısında bu düzeye düşmüş. Kitlenin mühim bir kısmı aldatılmamayı yadırgıyor; aldatılmadığında daha derin bir aldatılmayla karşı karşıya olma korkusu yaşıyor.

Dürüstlükle bağdaşmayan bazı hususlardan haklı olarak şikâyetçi olan kitleler, muhalefet tarafından aldatılmaya müsait bulunuyor ve kitlenin siyasal tercihine aldanmanın yön vermesi için uğraş veriliyor.

Normal olan, siyasi bir cephenin iktidar karşısında gelişimini tamamlayarak uygun koşullar oluştuğunda iktidar olabilecek güce ulaşması ve iktidar olmasıdır. Oysa karşımızda bu süreci beklemeden aldanmış kitlelerin onayını sandık üzerinden alarak iktidar olma stratejisini güden bir muhalefet vardır.

Bu yapı, iktidar olma hırsıyla ideal, inanç, vefa adına ne varsa hepsini ayaklar altına alabiliyor. 2019 belediye seçimlerinde, bazı sahte videoların kitleleri aldatma başarısı topyekûn bir “yalan furyası” başlattı. Bu seçimde ondan sert bir “yalan” dalgası estiriliyor.

Solun faşist propagandayı kullanarak sahte kahramanlar ve sahte destanlar ürettiği biliniyordu. Bugünün Avrupa’sına özgü istisnalar dışında Sol, hep bu faşist propaganda üzerinden karşıtlarını itibarsızlaştırıp iktidara tırmandı.

İslam dünyasında Solun, başka bir mahareti de vardır: Sadece faşist propagandayı değil, milliyetçi unsurları bizzat kullanarak iktidara yürümek. Önce özgürlükçü ve vatanperver görünmek, işbaşına geçtikten sonra ise tarihin en despotik yönetimlerini kurmak.

Mısır’da Nasır’ın, Şam ve Irak’ta BAAS’ın iktidara tırmanması ve iktidarda kalma tarzı böyle oldu.

Türkiye’de de seküler siyasetin iktidar öyküsü de bundan farklı değildir:

1908 Darbesi, seküler siyasi yapının milliyetçi unsurları yanına almasıyla gerçekleşti. 1924 sonrasındaki süreç de tamamen böyle devam etmiştir. Muhafazakâr görünen milliyetçiler dahi “Koşullar böyle icap ettiriyor!” gerekçesiyle iktidar içinde kalıp en katı laik uygulamaların ayağı oldular.

1960 Darbesi, yine milliyetçi ordu mensuplarının desteğiyle gerçekleşti. Bugün o milliyetçi ordu mensuplarının çocuklarının bir bölümü ya sıradan bir seküler olarak en katı laik muhalefetin yanında ya da ultra milliyetçi/faşist ırkçı olarak siyasette yer alıyor.

1980 Darbesine gidişin de benzer bir hikâyesi var. Ama milliyetçiliğin katı seküler siyasete payanda olması kendisini daha bariz bir şekilde Özal’ın devrilmesinde gösterdi. Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı devirmek isteyen eski milliyetçi yapı ile Özal’ı deviren milliyetçi yapı, milliyetçilerin kendi içlerinde ayrışması ile birlikte, oldukça benzerlik göstermektedir.

28 Şubat Darbesi’nde milliyetçi yapının bilinen simaları darbecilerin yanında yer aldı. Erbakan’ı devirme planları ve sonraki siyasi sürecin oluşmasında onlar rol oynadı.

Milliyetçilik; Türkiye’de sekülerizmin icrasında hep bir Truva atı olarak kullanılmıştır. Bunun için daha önce pek çok kez yazdığım üzere, milliyetçilik Türkiye’de sekülerliğe geçiş için bir zemindir ve sekülerliğe her tür katkı, dolaylı olarak seküler siyasete katkıdır. Bugünkü pek çok zorluğun altında bunun dikkate alınmaması vardır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 15 Temmuz’un ardından milliyetçi kesimin bir bölümünü yanına almayı başardı. Lâkin, o kesim de seküler siyasete alışan tabanı ikna konusunda istenen noktada değil.

Zira tabanda milliyetçi ideallere bürünme imajı altında tamamen çıkar siyaseti yürüten, dolayısıyla siyaseten laikleşen geniş bir yapı vardır. Bu yapı, tamamen iktidar dengelerine göre hareket etmektedir. Bu da siyaseti dış güçlerin tam da istediği noktaya sürüklemektedir:

Seçimlerin geleceği dengelere göre yer değiştiren bu kesimin tercihine kalınca siyasetin hem seküler karakterde kalması garantilenmekte hem siyaset, ilkelerden uzaklaştığından belirsizliğe sürüklenmektedir.

Belirsizlik, istikrarsızlık boyutuna ulaştığında güvensizlik ve umutsuzluk getirmektedir. Umutsuzluk ve güvensizlik ise ülkenin dışa bağımlı kalmasının garantisi gibidir.

Ryan Reynold

0 yorum

FİKRİNİZİ BELİRTİN

Zorunlu alanları doldurunuz *