Gençlik değişmez, değiştirilir.
Bir genç ya doğrudan muhatap alınarak değiştirilir ya da genel bir dalga ile
değiştirilir.
Edebiyat çalışmalarında bile bir
isimle karşılaşırken onun biyografisine mutlaka bakarım, kendisiyle yapılmış
bir söyleşi varsa okumaya çalışırım.
O okumalar sırasında en çok
dikkatimi çeken, Sol’un en uç isimlerinden yazar çizerlerin bir kısmının müftü,
alim, şeyh soylu olmalarıdır.
O büyük dalga, 1970’li yıllardan
itibaren kırıldı. Ne var ki 2000’li yılların başlarından bu yana yeni bir dalga
ile karşı karşıyayız. Bizim önceden fark etmemiz gereken bu dalga ne yazık ki
aradan geçen neredeyse çeyrek yüzyıla rağmen hâlâ doğru tahlil edilmedi.
Bunun bir nedeni,
üniversitelerimizin sosyoloji bölümlerinin hâlâ Batı’nın teorik sosyoloji
bilgisini tekrarlayıp durmaları, meseleye bizden yana bakan bir saha
sosyolojisi çalışmasını yapacak maharetten yoksun olmalarıdır.
Bu yüzden toplumsal olaylara
gafil yakalandığımız gibi, olaylar vuku bulduğunda da doğru tahlil edemiyoruz.
Kalem sahibi olarak ifade ettiğinizde de sesisiniz iyi duyulmuyor.
Son zamanlarda sadece sıradan
ailelerin gençleri değil, üç beş soy dindar ailelerin gençleriyle ilgili menfi
yönde değişim haberleri yayılıyor. Ne yazık ki her aile, bunu kendilerine
yönelik bireysel bir musibet gibi değerlendirip kahırlanıyor. Dışardan bakanlar
da genci, ailenin tutumunu ya da çevreyi itham ederek ve çoğu zaman öfke
patlaması tarzında değerlendirmeler yapıyorlar.
Vakalar arasındaki ilişki doğru
kurulmadığından mesele anlaşılamıyor. Meseleyi büyük bir sosyolojik maharetmiş
gibi “Y Kuşağı”, “Z Kuşağı” efendim! Deyip “cebri” yorumlayanlar ise bilimsel
araştırmaların önünü tıkıyorlar ve iradenin canına okuyorlar!
Böyle bilim adamlarının bizim 19.
yüzyıl cebriyeci sözde ulema çevrelerinden hiçbir farkı yok. Onların geçmiş
adına yaptıklarını, bugünün bu tür bilim adamları modernizm adına yapıyorlar.
Büyük bir sorun, ürkütücü bir tehdit hakikaten!
Bir sürü düşünelim! Kurt, her gün
bir kuzusunu, koyununu, koçunu alıp götürüyor.
Biz, bir gün meseleyi kuzunun
tecrübesizliğine, diğer gün koyunun yaşlılığına, öteki gün koçun şımarıklığına
bağlıyoruz. Nihayetinde çobanı ihmalkârlıkla suçluyoruz.
Ya kurdun maharet ve zafiyetleri…
Hiç oralı olmuyoruz. Böyle bir tutumun sonu bizim sürüyü tamamen kurda
kaptırmamız değil de nedir?
Gençlik noktasında tam da böyle
bir durumla karşı karşıyayız.
Sıkı korumacı tedbirler dizisiyle
gençliği gerçekten koruyabileceğimize inanıyoruz. Genç, bu noktadaki tedbirlere
uymadığında onu yerden yere vuruyoruz ve sair aciz toplumlar gibi sonunda lanet
okuyup onu kendi hâliyle baş başa bırakıyoruz.
Oysa meselenin birkaç boyutu var
ve o boyutların en önemlilerinden biri, gençliğin dışarıdan stratejik bir
saldırı ile karşı karşıya olduğudur.
Gençler, kendiliğinden
değişmiyor. Çok aşamalı bir proje doğrultusunda değiştirilmeye çalışılıyor,
hücuma tabi tutuluyor. Bu, dün ideoloji ağırlıklı ve zevki yedeğe alan bir
saldırı tarzı iken bugün zevk ağırlıklı ve ideoloji yedekli bir hücum.
Gençliğin bu konuda henüz erken
yaşta sistematik bir şuur harekâtına tabi tutulması gerekiyor. Bugün;
Fransızlar bize ihanet etti, İngilizler bizi böldü, Yunanlar, Polatlı’ya kadar
geldi… türündeki anlatımlar gençliğe artık hikâye gibi geliyor. Çünkü o tarz
düşmanlık tamamen geçmişte kalmadı, lâkin başka tür düşmanlıklar onu geride
bıraktı.
Gençliğin ilgisi başka bir
yerlerde ve gençlik, dışarıdan gelen dalgaları sadece tabii değil, insani ve
kaçınılmaz olarak görüyor. Göğsünü ona açıyor, ondan alıkonmasını dünya nimetlerinden
alıkonma olarak biliyor.
Kurt bu kez, eski çobandan daha
iyi bir çoban kılığıyla geliyor ve genç, onu dişleri arasında can verirken bile
alıkonduğu bir nimete doğru gittiğini zannediyor.
Bu noktada gençliğin sadece izaha değil, köklü bir şuur girişimine ihtiyacı vardır ve geç kalma gibi bir lüksümüz de yok!
0 yorum