Mihenk taşı, kuyumcularda veya gümüşçülerde kullanılan; altın veya
gümüşün kalitesini, dolayısıyla hakikatini anlamaya yarayan özel bir taştır.
Gümüşü veya altını mihenk taşına sürtülür ve taşta bıraktığı ize göre, bu
madenlerin değeri, kalitesi ölçülür.
Aslında sadece kuyumcuların mihenk taşı yoktur. İnsan olarak hepimizin
zihin dünyasında veya gönül dünyasında bir mihenk taşı vardır.
Etrafımızda
olup bitenleri anlamaya, yorumlamaya çalışırken belki farkında olmasak da,
onları zihin veya gönül dünyamızdaki mihenk taşına vururuz. Hatta hayatı
okurken, anlamlandırırken bile hayatı şöyle bir mihenk taşına vururuz.
Etrafımızdaki
insanları da gönül dünyamızda mihenk taşına vururuz ve ona göre de bir kıymet
biçer, bir yerlere oturturuz.
Yani
demem o ki, mihenk taşımız aslında kim olduğumuzu, hayatı nasıl okuduğumuzu ve
kendi dışımızdaki hayat ile nasıl ilişkiler kurduğumuzu belirler, bir yerlere
oturtur.
Mademki
bu mihenk taşı bu kadar önemli bir şeydir, o halde gönül dünyamızın ve
zihin/akıl/düşünce dünyamızın mihenk taşının ne olduğu sorusu hayati önem arz
eder.
Daha
önce hiç olmadığı kadar hızlı akan bir hayat döngüsünde, sürekli değişen bir
çağda ve hızla seyreden olaylar örgüsünde kaybolmamak, bu hızın kurbanı olmamak
ve belki de en önemlisi şahsiyetli bir hayat için sağlam ilkelerimizin, mihenk
taşlarımızın olması gerekir.
Çünkü
dik duruşun, şahsiyetli bir hayat sürmenin vazgeçilmezi budur.
Her
şeyin böylesine bir hız döngüsüne girdiği bir çağda, sarsılmayan, döngü içinde
kendini koruyabilen mutlak ilkelere ihtiyacımız vardır.
Müslümanlar
olarak, Müslümanca var olabilmek ve hayatı Müslümanca okuyabilmek için, zihin
dünyamızın ve gönül dünyamızın mihenk taşı Kur’an, Sünnet ve bunların ardından
gelen büyük İslam medeniyetinin mirası olmalıdır.
Bu
değerleri kendisine mihenk taşı kılan insana Allah azîmüşşan, güçlü bir görüşü,
uyanıklığı; güçlü bir kavrayışı nasip eder. Yani Allah azîmüşşan, Kur’an’ı,
Sünneti ve İslam medeniyetinin mirasını kendisine mihenk taşı kılana, basiret
ve feraset kapılarını açar.
Çünkü
bizzat Allah azîmüşşan kendi kitabı için konuşurken ona basiret demiştir.
Hayatı
basiret ve feraset ile okuyabilen insan ise, duvarın ardındaki görünmeyeni bile
görür. Allah azîmüşşan onun tutan eli, işiten kulağı, gören gözü mesabesinde
olur.
Ebu
Said El Hudri’den rivayet edildiğine göre Allah Resulü (sav), ‘‘Müminin
ferasetinden sakının. Çünkü o, Allah’ın nuruyla bakar.’’ buyurmuştur.
Fakat bugün asli, dini değerlerimizi kendimize mihenk taşı edinmediğimiz
için, hayatı ve olayları kömür taşına (gayri İslami değerler ve beşeri
ideolojiler) vuruyoruz.
Kömür taşına vurduğumuz hayatlar, kalpler kararmış. Yanlışlar ardı sıra
gelmekte. Haliyle sonuç hep katran karası, sonuç hep hüzün, mevsim hep hazan…
İçinde
yaşadığımız dünyanın düzeni ve gerekse de tanımlamaları İslami düzen ve
tanımlamalardan oluşmuyor. İşte böylesi bir zeminde, sırât-ı müstakimde
emrolunduğumuz gibi dosdoğru kalabilmek ve ilerleyebilmek; Müslümanca var
olabilmek için Kur’an ve Sünneti rehber edinmeye, düşün ve duygu dünyamızın
merkezine, mihengine oturtmaya ihtiyacımız var.
Rabbim hepimize feraset ve basiret versin, dua
ile…
0 yorum