0

 

Geçen yazımızda Gülen’in Türkiye’deki faaliyetlerini daha doğrusu ihanetlerini açıklamaya çalışmış ve son olarak Amerika’ya götürüldüğünü belirtmiştim. Ancak Amerika’ya götürülüşünü aktarmadan önce 1988’de yapmış olduğu çok önemli bir görüşmeyi de atlamamak lazımdır. Daha önce CIA yetkilisi G. Fuller ile görüşmesini ve dostluklarını belirtmiştim. İşte bu adamın yönlendirmesiyle ve o zamanki Amerika’nın Ankara büyükelçisi John Bass’ın organizasyonuyla Vatikan’a götürüldü.

Vatikan’da Papa II. Jean Paul ile görüştürülen Gülen, Papa tarafından başlatılan dinler arası diyalog senaryosuna dâhil edildi. Bu görüşmeden sonra, daha doğrusu kendisine verilen yeni emir gereği ‘dinler arası diyalog’ bu meczubun baş gündemi olmaya başladı. Bundan sonraki konuşmalarında, toplantılarında ve hedeflerinde tek bir şey vardı; ‘Dinler arası diyalogu’ sağlamak olacaktı. Daha net bir ifadeyle İslam dininin içinin boşaltılarak, Hıristiyanlığa uygun hale getirmekti.

Tarihler 1999’u gösterdiğinde, artık asli yerine gitme zamanı gelmişti. CIA yetkilisi G. Fuller’ın tavsiye mektubu cebinde olduğu halde, asli görev yerine gitmek üzere Amerika’ya götürüldü. Daha önce CIA tarafından hazırlanmış Pensilvanya’daki çiftliğe yerleştirildi. Türkiye’den giderken, haşhaşilerine ve kamuoyuna tedavi amacıyla gittiğini söylemişti. Fakat yıllar geçtikçe ‘kazın ayağının hiçte öyle olmadığı’ anlaşılmıştı. Gerçi benim gibiler için hiçte garip olmamıştı. Çünkü ben ve arkadaşlarım ta 1987’lerden beri onların kullana geldikleri kitapevlerine ‘Amerikan Kültür Merkezi’ diyorduk.

 Devlet Bürokrasisi içindeki işgalleri devam ederken, bir yandan da ülke dışındaki faaliyetlerini artırıyordu. Avrupa da yaşayan ülke insanının maddi imkânlarını kullanarak ve manevi duygularını istismar ederek, özellikle Almanya da ciddi nüfuzlar elde etti. Tabi Almanya’nın da ‘diyalog’ teranesinin baş aktörlerinden olduğunu da unutmamak lazımdır. Avrupa’daki örgütlenmesini Almanya üzerinden yürüttü. Almanya’nın yönlendirmesi, çıkarlarını ve son zamanlarda geliştirdiği politikalara bakıldığında(Ermeni soykırım tasarısı, haşhaşilerin yurt dışına kaçarken özellikle bu ülkeyi tercih etm… vb), bu örgütün Küfür koalisyonu için ifade ettiği önemi bir kez daha bize gösterdi.

Dünyanın farklı yerlerinde, özellikle Amerika’nın antipatiyle karşılandığı ülkelerde, FETÖ üzerinden ve CIA finansmanıyla okullar açıldı. Okul adı altında açılan bu kurumlar aslında Amerikan çıkarlarını korumak içindi. Çünkü burada çalıştırılan, özellikle İngilizce öğretmenleri CIA ajanlarıydı. Bu okullarda yetiştirilen çocuklar da, tıpkı Türkiye’de yetiştirilenler gibi Amerikan çıkarlarını gözetmek ve gerektiğinde kendilerini ve makamlarını düşünmeksizin feda etmekten kaçınmayacaklardı.

Haşhaşibaşı korunaklı çiftliğinde zamanını geçirirken elbette boş durmuyordu. Türkiye’deki devlet bürokrasisinde büyük değişiklikler yaşanıyordu. Daha doğrusu, bu örgüt kendisinden olmayan herkesi adeta kıyımdan geçiriyordu. Devletin her değişik biriminde ve kademesinde bir mağdurlar ordusu meydana gelmişti. Neredeyse kendilerine tabi olmayan ve itaat etmeyenlere, devlet kademesinde barınma hakkı yoktu. Devlet kademesinde hiç umulmadık tipler ve liyakatsizler anormal bir şekilde yükseliyorlardı. Bırakın üst düzey bir bürokratı, mahkemeye alınacak bir mübaşir bile bu ihanet örgütün referansıyla olmasa işe girmesi mümkün değildi.

Devletin bütün kademelerini ele geçirdiğini düşünen bu meczup, Amerikalı dostlarına şunu söylüyordu: “Şu anda ordudan emniyete, yargıdan istihbarata, medyadan ekonomiye vb bütün birimlerden bana düzenli olarak bilgi gelmektedir. Bütün alanlarda söz sahibiyim. İstediğim alanda söz söyleyebilirim. Benden habersiz bir iş yapılamaz.” Hatta kobani olayları esnasında, ‘sınır boylarındaki hareketlilikle ilgili bilgilerin kendisinde olduğunu, ama hâlihazırda bu bilgilerin devlete henüz verilmediğini’ CIA’deki dostlarına kasılarak aktarıyordu. İşi o kadar zıvanadan çıkarmışlardı ki, iddiaya göre, devletin mahrem ve gizli kalması gereken bilgileri devletin en tepesindeki kişilerden önce bu meczuba ulaştırılıyordu.

Oslo görüşmeleriyle, devletle ilk denilebilecek bilek güreşine, açıktan başladılar. MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı tutuklama girişimleriyle aslında devlet sistemini salladılar. Yurt içinde ve yurt dışında Türkiye’yi zora sokacak eylemler silsilesine başladılar. Gezi olayları, Kobani derken Çözüm Sürecinin bitirilmesi için partnerleri olan komünist şebekeye haber saldılar. Şehir savaşlarını kışkırtarak, içeride büyük operasyona başladılar. 17-25 Aralık girişimleriyle hükümeti yumuşak bir geçişle devirmeyi planladılar. İçeriden ve dışarıdan müthiş bir nifak koalisyonuyla her koldan taarruza geçtiler.

Bütün bu ihanet atraksiyonları netice vermeyince ve ağababaları onlara ‘yakala co’ emrini gönderince 15 Temmuz günü altın vuruşlarını yapmak üzere en büyük ihanet adımlarını attılar.  Bu adımla başarıya ulaşacaklarından o kadar eminlerdi ki, İsrail’de Mossad’ın eğitiminden geçen yüzlerce haşhaşi gibi Kerim Balcı da canlı yayında ‘şu an Cumhurbaşkanı’nın gözaltında olması gerekir’ şeklinde açıklamada bulunuyordu. Ancak efendilerinin onların eline tutuşturduğu ihanet planının tutmadığını görünce farelerin korkaklığına bürünmüş bir vaziyette, zillet içerisinde gözleri kaçacak delik aramıştı.

Ve bir ihanet hareketi daha millet tarafından cezalandırılarak boşa çıkarılmış, ihanet şebekesi ise kara yüzleriyle milletin hafızasında yerlerini almışlardır.

 

 

Ryan Reynold

0 yorum

FİKRİNİZİ BELİRTİN

Zorunlu alanları doldurunuz *