24 Kasım Öğretmenler Günü münasebetiyle kendisine mikrofonu uzattığımız 40 yıllık öğretmen Hasan Fehmi Atalay, duygularını gazetemiz Batman Rehber’le paylaştı. Öğretmenlik mesleğinin genç nesillerin ülke ve topluma faydalı insanlar olarak yetişmesinde büyük misyon sahibi olduğunu belirten Atalay, öğretmen-öğrenci ilişkisinin ebeveyn evlat ilişkisi gibi olması gerektiğini söyledi.
Şimdi de öğrencilerini çok sevdiğini, onları birer evladı gibi gördüğünü belirten Atalay, eski öğretmenlik yıllarını büyük bir özlemle andı. Otuz, kırk yıl önce öğrencileriyle arasındaki gönül bağının çok daha güçlü olduğunu vurgulayan Atalay, bunu o yıllarda yoksul dağ köylerinde, deprem bölgesinde zor şartlar altında öğretmenlik yapmasına ve öğrencilerinin yoksul insanlardan oluşmasına bağladı.
ELEKTRİKSİZ, TEZEKLE ISITILAN BİR OKULDA DERS VERİYORDUM
1986 yılının haziran ayında eğitim yüksekokulundan mezun olduktan sonra hemen o yılın aralık ayında Erzurum'un Çat ilçesine ataması yapıldığını belirten Atalay, “Palandöken’in eteklerinde bir köyde yaklaşık 4 yıl öğretmenlik yaptım. Hayatımda bu kadar karı ilk defa orada gördüm. Hakikaten coğrafi olarak şartları çok ağır bir yerdi. Okulun elektriği bile yoktu. Sobayla ısınıyordu. Çocukları sıraya koymuştuk. Her gün birisi okula bir tane tezek getiriyordu. O tezeklerle ısınmayı sağlıyorduk. O şekilde eğitim, öğretim yapılıyordu.” dedi.
ÖĞRENCİSİ OLDUĞUM SINIFA ÖĞRETMEN OLMA MUTLULUĞUNU YAŞADIM
Erzurum'dan sonra Batman'a tayini çıktığını söyleyen Atalay, “Batman’a geldiğimde en büyük isteğim okuduğum, mezun olduğum ilkokulda öğretmenlik yapmaktı. Allah bana bu güzel şeyi nasip etti. 1990 yılının Kasım ayından itibaren 5 yıl Hürriyet İlkokulu'nda kendi okuduğum ilkokulda hatta birinci sınıfta ders aldığım sınıfta eğitim, öğretim yapmak nasip oldu. Bundan dolayı da çok memnunum.” İfadelerini kullandı.
Atalay, “Batman'dan sonra Adapazarı'na tayin istedim. Doksan beş yılında Adapazarı'nın Akyazı ilçesinin bir köyünde 2-3 yıl öğretmenlik yaptım. Sonra Altındere diye meşhur bir beldesinde öğretmenlik yaptım. Orada çok güzel anılarımız oldu, çok güzel dostluklarımız oldu. Hala irtibatlı olduğumuz, hala oradaki dostlarımızın bize ziyarete geldiği oluyor.” dedi.
DÖRT AY BOYUNCA DEPREMZEDE ÇOCUKLARA ÇADIRLARDA EĞİTİM VERDİK
1999 yılında Marmara'da olan deprem sırasında da Adapazarı Akyazı’da görevli olduğunu söyleyen Atalay, “Gerçi deprem yaz tatili sırasında olmuştu ve ben de burada, memleketteydim. Fakat hemen sonrasında oraya gittik. Hem oradaki yardım çalışmalarına katıldık hem de eğitim öğretim başladıktan sonra okuldaki eğitim öğretime devam ettik. Gelen teknik ekip, okulumuzun çatlaklarının sıkıntılı olduğunu söyleyince bize iki tane büyük askeri çadır gönderdiler. O çadırları okulun bahçesine kurduk. Sağ olsunlar köylüler bu konuda bize çok destek oldular. Hakikaten o askeri çadırları kurmak bile büyük bir meşakkatti. Fakat köylülerin desteğiyle onları orada kurduk. Fotoğraflarda da zaten vardır. O çadırlarda yaklaşık üç aylık bir eğitim dönemimiz oldu. Bunların hepsinin anısı, tadı farklı farklıydı. Her ne kadar deprem o kadar üzücü bir şekilde o kadar sıkıntılı bir vaka olarak oluşmuşsa da belki de çok az insanın yaşayabileceği üç dört aylık bir sürede çadırda eğitim öğretim yaptık.” diye konuştu.
İLK GİTTİĞİM KÖYDE HER SABAH ÇOCUKLAR BİRER TANE TEZEKLE GELİYORLARDI
Kırk yıl önce eğitim imkanlarının kısıtlı ve şartların zor olduğunu vurgulayan Atalay, “Kırk yıl öncesine baktığınız zaman, tabii ki o günkü imkanlarımız bugünkü gibi değildi. Yani hem teknolojik anlamda hem eğitim materyalleri anlamda bugünkü kadar imkanlarımız yoktu. Demin de söyledim, ilk gittiğim köyde her sabah çocuklar birer tane tezekle geliyorlardı. Biz o tezekleri toplayıp sobamızı yakıyorduk. O şekilde sınıf ısınıyordu. Tebeşirimiz ve tahtamız ve birkaç tane kitabımızın defterimizin dışında materyalimiz yok denecek gibi bir şeydi. Şimdi bakıyoruz daha ilkokul çocuklarında tabletler var, bilgisayarlar var, materyaller çok fazla kaynak kitaplar, efendim ansiklopediler falan. Bilgiye ulaşım çok kolaylaşmış o zamana göre.” ifadelerini kullandı.
25 YIL ÖNCE TANIŞTIĞIMIZ ÖĞRENCİ AİLELERİYLE HALA DOSTLUKLARIMIZ SÜRÜYOR
Eskiden dostlukların çok daha canlı ve kalıcı olduğunu söyleyen Atalay, “99 depreminden sonra Batman'a geri gelmek durumunda kaldım. Batman'a tayin istedim, geldim. Hiç unutamadığım bir anımdır. Çalıştığım beldeden birkaç tane dostum benim yardımıma gelip evimi yüklediler. Evimi yükledikten sonra ben ayrılmak üzereyken birisi bana döndü, dedi ki Hocam dedi, bir daha dedi okulu da ziyaret etmeyeceğim, hiçbir öğretmene de samimiyet kurmayacağım. Bu hakikaten çok hoşuma gitmişti. Ki geçen sene kendisi ve çocukları Batman'a da beni ziyarete geldiler. Bu da beni çok fazla sevindirdi.” diye konuştu.
TEKRAR DÜNYAYA GELSEM YİNE ÖĞRETMEN OLMAK İSTERİM
Öğretmenlik mesleğini çok sevdiğini söyleyen Atalay, “Ölsem de tekrar dünyaya gelsem, bana ne olacaksın diye sorsalar, yine mutlaka öğretmen olmak isterim derdim. O kadar sevdiğim bir meslektir. Severek yaptığım bir iştir. Evden çıktığım zaman isteyerek okula gelirim. Hatta okuldan çıktığım zaman üzülerek eve gidiyorum” diye konuştu.
NEREDEYSE BİRBİRİMİZLE SELAMLAŞMAKTAN ACİZ BİR KİTLE HALİNE GELDİK
Teknolojinin gelişmesi sonrası bireyselliğin arttığını, eski samimi dostlukların azaldığını söyleyen Atalay, “Tabii bireyselleşme arttıkça insanlar artık içlerine kapanıyorlar, kabuklarına çekiliyorlar. Mesela ben çok iyi hatırlıyorum, çalıştığım birçok kurumda birçok defa öğretmen arkadaşlarım ile beraber haftada bir, birbirimizin evinde toplanırdık, bazen yemek yerdik, bazen çay içerdik. Artık neredeyse birbirimizle selamlaşmaktan aciz bir kitle haline geldik. Tabii bu belki de gerçekten teknolojinin gelişmesi, insanın bireyselleşmesi sonucu oldu. Hatta bu sadece eğitimle alakalı değil. Belki toplumun hepsini kapsayan bir sıkıntıdır, bir sorundur. Dediğim gibi insanlar birbirlerini ziyaret ediyorlardı. Yani ben mesela Vakıfbank İlkokulu’nda çalışırken bir ekibimiz vardı, 10-15 öğretmenden oluşan. Ve her hafta bir arkadaşımızın evinde oturur, beraber yemek yerdik, sohbet ederdik gece boyunca. Veyahut rutin olarak aynen akrabalarımızı ziyaret eder gibi birbirimizi ziyaret ederdik, birbirinize gidip oturur, çay içerdik, muhabbet ederdik. Böyle dönemlerimiz de oldu.” ifadelerini kullandı.
ÖĞRENCİLERİMİZ İÇİN BİRER BABA, ANNE GİBİ OLMALI, BU DUYGUYU ONLARA YAŞATMALIYIZ
Genç öğretmenlere seslenen 40 yıllık öğretmen Atalay, “Genç meslektaş kardeşlerime tavsiye ediyorum; lütfen öğrencilerinizle daha yakından ilgilenin. Onlara birer baba, birer anne olun, bu duyguyu onlara yaşatın. Sosyal medyanın, teknolojinin toplumu esir aldığı, aile içi iletişimin bitme noktasına geldiği, özellikle minik yavrularımızın ilgi ve sevgiye her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğu bu zamanda öğrencilerinizle sıcak bir iletişiminiz olsun. Onlarla gönül bağınızı güçlendirin. Aileleriyle dostluklar kurun. Sağlıklı, faydalı, manevi duyguları güçlü, mutlu nesillerin yetişmesinde biz öğretmenlerin sorumluluğu çok ağır. Biz de kendimizi her yönde yetiştirmeli, bu ağır misyonu yüklenmeye layık insanlar olmalıyız” diye konuştu. MURAT ORHAN