Siyaset ile hafiften alakası olup yaş itibariyle de uygun
olan herkes hatırlar. Rahmetli Erbakan Hoca, 2009 yılının D-8 zirvesinde dünya
düzeninin yıkılması ve adil düzenin kurulması gerektiğini söylemiş, sonra şu
can alıcı noktaya değinmişti. “Bugünkü dünya, siyonizmin eseri olduğu, siyonizme
esir olduğu unutulmaması gerektiğini belirtip devamında; “Siyonizm bir timsah gibidir.
Üst çenesi Amerika, alt çenesi ise Avrupa Birliği’dir. Kuyruğu İsrail’dir.
Gövdesi bir takım Müslüman ülkelerin yöneticileri, medyacıları, işadamları,
işbirlikçileridir”
Ferasetli Müslümanın hali başkadır. Şuan, dünya düzenine ve
süper güçlere baktığımızda siyonizmin tam merkezde yer aldığına hepimiz
şahitlik ederiz. Çoğu İslam ülke liderlerinin de, olmasaydı daha iyiydi
diyebileceğimiz bir eziklik ile temsiliyet makamını işgal etmektedirler.
50 aşkın İslam ülkesi mevcuttur. Ama acınası halimizi
söylemek zorundayım ki liderleri toplasan bir “Zulüm bizdense ben bizden
değilim.” Sözünün sahibi Amerikalı aktivisti Rachel Corrie, bir Venezuela
Devlet Başkanı Nicolas Maduro, bir de İrlandalı siyasetçinin israil
büyükelçisine sarf ettiği sözleri kadar ses getirmedi. Aslına bakıldığında hiç
biri Müslüman değil. Biri Yahudi, biri Hristiyan, diğeri de komünist. Ama
nihayetinde insandırlar. Yürek kaldırmayan manzaralara daha fazla
dayanamadılar. Nitekim bir tanesi hepinizin malumu ki, bu uğurda canını verdi.
O zaman neler oluyor bize? Biz Müslümanlar mı liderlerimizi
harekete geçiremiyoruz yoksa seçtiğimiz liderlerimiz mi çok çekingen ya da daha
doğru bir ifadeyle korkaktırlar? Anlamış değilim.
Hakikat şudur ki, insanlar
her zaman layık oldukları yönetim tarzıyla yönetilirler, kendileri iyi
olurlarsa yöneticileri de iyi olur, kötü olurlarsa yöneticiler de kötü olur.
Zira yöneticiler halkın içinden çıkarlar ve onların bir parçasıdırlar. Ne bir
yönetici ne de sade vatandaş tarafsız olamaz. Hiç kimsenin tarafsız olma lüksü yoktur. Cemil
Meriç’in de dediği gibi “Zulmün olduğu yerde tarafsızlık namussuzluktur.”
Meseleyi şöyle de izah edebiliriz. Ocağa konulmuş bir tencerenin
altındaki ateş bir olursa, ocağın gözeneklerinin çoğu yanmaya başlayınca kaynayıp
kapağı oynatır. O kapağı oynatabilmemiz için ateşin her gözeneği gibi toplanıp
ateşi bir yaptıktan sonra onda kaynama sürecini bekleyebiliriz. Aksi hali
beklemek beyhudedir.
Rabbimizden rahmetin üzerimize yağmasını, ebabillerin gelmesini
beklememiz için yine de bir olmak, yan yana durmak birinci şart olduğunu idrak
etmezsek yine yanılgıya düşeriz. Çünkü, koca bir sahrada tek bir ağaca
yağmur-rahmet yağması düşük ihtimaldir. Ama ormanlara yani bir olmuş ağaçlar
topluluğuna habire yağmur-rahmet yağıyor. Allah’ın “hiç düşünmez misiniz? – Akletmez
misiniz?“ sorusuna doğa ile dahi olsa cevabına ulaşabiliriz.
Ya da olaya bir de bu taraftan da bakabiliriz. Hz. Peygamber,
Bedir’e ciddi manada hazırlık yapmasaydı Allah 3 bin kişilik bir melek ordusu
gönderir miydi? Kesinlikle göndermeyecekti.
Eğer biz işimizi layıkıyla yaptıktan sonra Ayeti Kerime’nin
diliyle “Evet, eğer siz sabır gösterip itaatsizlikten sakınırsanız, onlar şu
anda süratle üzerinize gelseler bile rabbiniz size nişanlı beş bin melekle
yardım edecektir. (Ali İmran 125) yani biz sadık olduktan sonra; ebabiller
değil, 3 bin melek değil Rabbi Zülcelal 5 bin melek göndereceğini 1400 yıl önce
haber vermiştir.
Son olarak sosyal medyada paylaşılan bir paylaşımla
sözlerimizi noktalayalım. “Gazze’deki yaşlı bir adamın elinde şunlar yazıyordu.
Suyuma el koy, evimi yık, işimi elimden al, toprağımı çal, babamı hapse at, annemi
öldür, ülkemi bombala, hepimizi aç bırak, hepimizi aşağıla, ama yine de ben
suçlu olayım. Neden mi:
Çünkü yapılan saldırılara bir roketle karşılık verdim!”
Süreç çok kısa ve çok güzel izah edilmiş. Zor ve sıkıntılı vakitlerimizde
hep Allah’a sığınmışızdır. Yine öyle yapıyorum. “De ki: Ey kâfirler!
Yenileceksiniz ve toplanıp cehenneme sürüleceksiniz.” (Ali İmran 12)